9 Mayıs 2011 Pazartesi

Güzel vücutlu ve boş suratlı insan

çoktandır tüm geceyi beraber geçirdiğim hiçbir kadına ne sarılıp uyumuşluğum var ne de sabah uyandığımda onunla uyandığım için mutlu olduğum, kendimi iyi hissettiğim. ki yine çoktandır bir içki masasından beraber kalktığım hiçbir hemcinsime sımsıkı sarılıp her şart ve her durumda ona güvendiğim de yok.
şimdi bunu söylerken "bakın ben gece-gündüz sevişen bir piçim" ya da "çok iyi bir dost ve sırdaşım" deme sığlığında bulunmak istemiyorum. açıkçası herkes deli gibi sevişsin isterim. herkes gerçek birer dost-arkadaş olsun. ki iletişimsizliğin bir veba olduğu şu dönemde tek ilişkinin ise cinsel ilişki olduğuna inananlardanım. belki de tek inanan. 
cinsiyetleri sevmem mesela. din, din, ırk ayrılıklarını sevmem, insanı sadece insan olarak görmek daha kolay olduğundan mıdır yoksa daha zor olduğundan mı bilmem, ben sadece insanı insan olarak görmek, gerekirse kabul etmek, sevişmek-dövüşmek, gerekirse siktir etmek taraftarıyım. insanın tarafındayım ben. o tarafta kalma için mücadele veriyorum. mücadelemin öyle olduğunu varsayıyorum ya da.

mesela, boğazımda acı bir tatla uyanıyorum yıllardır. her şey aynıydı. yıllar önce nasıldıysa her an öyle. böyle sabahlarda, bir zamanlar canım çok sıkkın olduğunda bana sorulan o soru gelir hemen aklıma;

"ne oldu?"

bu saoruyu duyduğum her an üzülürdüm açıkçası. yakınımdaki insanların, beni tanıdığını varsayanların bu denli yüzeysel olması, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi ben gibi algılamaması, algılayamaması zoruma giderdi. çünkü soru yanlıştı. sorunun yanlışlığı ise şuradan geliyordu;

"ne oldu değil, ne olmadı?"

evet, "ne olmadı?" olmalıydı bana sorulan soru. çünkü insan hep bir şeyler olsun diye bekliyor hayatta. yaşıyor. çabalıyor. koşturuyor. bir şeyler olmadığı zaman ya da bir şeyler kendi istediği gibi olmadığında kahroluyor.
ben kahroluyorum mesela. canım acıyor böyle anlarda. zira, gençliğimi ıskaladım. yetişkin dönemim bir şeylerin güzel olacağı ihtimalinin üst direğinden dönüp hayat denen sahaya düştü.
şimdi orta yaşa girmişken de bunun böyle devam etmesi onursuzluk olarak geliyor bana.

bu benden kaynaklı bir şey değil ki ama. kendimi teselli ettiğim gecelerde kendime söylediğim ve her seferinde hak verdiğim mevzu bu; "bu sadece benden kaynaklı değil. hiç olmadı ve hiç olmayacak."

bu çift taraflı bir şey çünkü. arzuladığım şey sevişmekse örneğin, kaburgalarımı aldırıp da kendime oral seks yapacak kadar delirmedim daha. konu şefkatse eğer, ellerimi bileklerimden kesip sırtıma diktiremedim daha.

ben ümitliyim hala. bir şeylerin iyi olacağından, bir mucizenin gelip de her insanın kapısını çalacağından ve kişi " gel" demese bile o mucizenin gelip de insanın hayatının baş köşesine oturacağından. oturup da arsız bir misafir gibi asla gitmeyeceğinden.

çünkü aynı aslında beklentiler. ister realizmin içine batır hepsini, istersen romantizimin en tepesine çıkar. hepsinin birleştiği belli-başlı noktalar ve olgular var.
örneğin şefkat bu. örneğin şehvet. 
birisi hemen olsun ister, diğer sonra. kadın o an için pms dönemindedir belki, erkekse gerçek bir hastalık çekiyordur. hem ruh olarak hem de beden. yine de aynıdır beklentiler. 
birisi dolgun dudak arar öpmek için. bir diğeri ince dudak. aynıdır ama istenilen-arzulanılan duygu-olgu; öpüşmek.

bunu ne zaman kabul eder peki insan? kaç bedenden ve ruhtan kendini soyutlayıp da gelebilir bir diğerine? bir insanın başka bir insana kavuşması için kaç insanı kırması, sevmesi gerekir?
bir insanın başka bir insana kavuşması için kaç onursuzluktan, kaç şerefli eylemden geçmesi gerekir? bir insan bir insana ne kadar geç gelebilir ya da erken?

bilmiyorum ben cevapları. gerçekten bilmiyorum ama. güzel vücutlar sokaklarda salınıyor çünkü. her şeyin cevabı kendilerinde saklıymış gibi. güzel yüzler. birbirine geç kalmak için çabalayan yığınlar, iş yerlerinde. ofislerde. okullarda. amfilerde.
birbirilerini ıskalamak için yırtınanlar her yerde. dünya hep böyle midir acaba? gerçekten merak ediyorum bunu. bir alman mesela, aynı şekilde mi algılıyordur bir şeyleri?
bir ingiliz ya da? bilmiyorum. yurt dışına çıkmadım hiç. yurt dışıyla bildiğim ise alamancı çocukların sıkışıklığı. hiçbir yere ait olamamanın ve hiçbir yeri yurdu belleyemeyenlerin can çekişmesi. ne oralı ne de buralı olabilenlerin yok oluşu.
yine de merak ediyorum işte. fakat tahmin edebiliyorum cevabı; bence değil. gelişmemiş ve asla gelişmeyecek toplumun sadece ekonomisi değil, duyguları ve algıları da gelişmiyor bence. gelişemiyor. 
gelişmiş bir ülkenin insanı inanmaya hasretken, inanmak için çabalarken, gelişmemiş ve asla gelişmeyecek bir ülkenin insanı ise sanki inanmamak için dünyaya gelmiş.

içine doğduğu çukur inançsızlık çukuru. oysa hep inançları yüzünden kavga eder. birilerini linç etmek için sıraya girer. omuzlardan destek alıp tekmelerini savurur.
yalan ama. onu öyle yapan inançsızlığı. bir insan her şeye inanamaz ki. bir insan bir şeyi ölümüne ya da öldürülmesine sevemez ki. nasıl sevsin? nasıl sevebilsin?

sevmek ya ya da sevilmek istenilen şeye-kişiye az bir şey gözlerini kırpmadan bakmak, dilinle tadını almak, iğrenmen için yeterli. bu yüzden sevmez. sevemez. ne güzel bir vücudu ne güzel bir yüzü. bu yüzden durur sadece. dururken de beklediğine ikna eder kendini. çünkü yüzü yok. ne kendine karşı ne de olgulara, duygulara.
bu yüzden saklanır bir nevi. gece olur, can çekişir. gündüz olur, kalabalıklar arasında saklanır. inanamaz. inanmak zordur çünkü. inanmak ibadet gerektirir. mücadele ve kavga.

inançsızlığın kriteri bellidir oysa. yok say ve bitsin. bu yüzden kolay olan tercih edilir. en kralından makyaj yapılır mesela. en şuhundan kahkahalar atılır. insanların bedenlerine ve ruhuna emanet edilir ruh ve beden.
olmaz. oldurulmaz. çünkü tedavisi yok. bakımı ve iyileştirilmesi imkansız. daha çözümü bulunmadı. belki ölüm. o da olmaz. çünkü sonsuz bir yok oluş olabilir ölüm. belki ölümcül bir hastalık.
hah, bu olabilir işte. ölümün demosunu yaşamak az bir şey can verebilir. ilk başta bu duruma küfreden ve ciddi derecede bu durumdan rahtsız olan insan o hastalıkla yaşamaya başladıkça ve o hastalığa alıştıkça kabul eder. acizliğini, güzel yüzünün ve güzel vücudunun hiçbir işe yaramadığını.

bu kabulleniş daha da samimi bir şekilde yaşamayı sağlar. sonunda mutluluk var diyemem. sonunda hüsran da olabilir. çok mu önemli sahi son? ya da sonda ne olduğu?
nasılsa her şey en sonunda ölüme çıkmıyor mu? azami insan ömrü bile evrenin yaşı karşısında bu kadar kısa ve manasızken çok mu önemli elde edilen başarılar ve suni mastürbasyonlar?
sanmıyorum. hiç sanmadım ve hiç sanmayacağım.

tüm bunları söylerken belirtmek zorundayım; güzel bir yüzüm ve güzel bir vücudum yok. bu kendimden iğrendiğim anlamına gelmiyor. ki tam tersi az bir şey kendi kişisel bakımına, giyimine-kuşamına dikkat eden bir adamımdır. 
en basit ve net ifadeyle keyif alma taraftarıyımdır her şeyden. ve her şeyi bir sanata-ibadete çevirme telaşındayımdır.
örneğin sevişmeyi, yaşamayı, şefkati, içmeyi, yemeyi...
hepsi bunu hakediyor çünkü. hepsini topladığımda ise ortaya hayat çıkıyor. bu anda da, işte bu anda da benim nazarımda güzel vücudu ve boş suratı olan her insan boş oluyor. ya da güzel yüzü boş suratı. ne farkeder?

her zaman söylediğim ve söyleyeceğim gibi, aslında hiçbir şey farketmiyor ve farketmeyecek. verilen telaş ve mücadeleler boşuna. inanmamak ve yaşamamak için verilenler. inanmak ve yaşamak için verilenler değil.


2 yorum:

  1. adamsın dostum

    YanıtlaSil
  2. "ne olmadı?" lık zamanlar sürekli yaşanabiliyorsa ve yaşandıysa,"ne oldu?"luk zamanlar da sürekli olarak elbette vardır ve yaşanacaktır. adalet bunu gerektiriyor;mutlaka vardır. mutlaka "o mucize gelir,girip baş köşeye oturur."

    YanıtlaSil