5 Eylül 2011 Pazartesi

İSTANBUL

burada yaşamayan her insana acıyorum. çok mu acımasızım. sanmıyorum. bu şehre geldiğimden beri ömrüm boyunca keyif alamayacağım her şeyden keyif aldım. ömrüm boyunca sevişemeyeceğim kadar kadınla seviştim, ömrüm boyunca kavga edemeyeceğim kadar erkekle kavga ettim.
her şeye gebe bir şehir burası. her şeye ama! iyiliğe-kötülüğe, güzelliğe-çirkinliğe! her şeye. hele bir de ekonomik özgürlüğünüz elinizde ve yalnız yaşıyorsanız tadından yenmiyor.

geçen gece sahile indim. onun öncesinde tüm gün dövme yapmıştım. dışarıda bir şeyler yiyip bir kahve alıp sahile indim. kayalıklarda öpüşen çiftler, birbiriyle şakalaşıp muhabbet eden gençler, orta yaş üstü kadınlar, köpek gezdirenler, hayata dair kocaman hayalleri ve planları olanlar, karşı sahilin eşsiz görüntüsü, vapurlar, denizin kokusu..
bir banka oturup bir sigara yaktım. öylece bekledim o bankta. ki normalde bir yerde fazla durmayı sevmem. hep aynı yerlere takılmayı, hep aynı yerlerden yemek yemeyi, hep aynı berbere gitmeyi.

iş ilişkisi arkadaşlığa dönen her şey mide bulandırıcıdır çünkü. mümkünse hiç kimse ne adımı bilsin ne de ne iş yaptığımı. fakat geveze bir adamımdır. lüzumlu-lüzumsuz hep ortaya bir şeyler atarım.
örneğin bir berbere girdiğim an ortamın tavşanı kıvamındaki çırağa takılırım. ya da günlük gazetelerden birisini elime alıp hiç olmayan bir haberi varmış gibi sesli okuyup milletin kızmasını-öfkelenmesini sağlayıp içten içe sırıtırım.

bir nevi nabza göre şebret. bir nevi oyun işte. o an karşımdaki kişi hemen galeyana gelip futboldan girip siyasetten çıkar. berber koltuğuna oturup kafamı yasladığımda gözlerimi yumarım. 
onlar ateşli bir şekilde tartışmaya devam ettiğinde gıkım çıkmaz. insanların performansını merak ettiğimden öylece beklerim. geçen gün böyle yaptım yine. bir gazetenin magazin ekindeki bir kadın mankenden ötürü "bilmezsen ne ne yapmış, sonra da o zamanlar daha çocuktum" demiş, dedim.
içeride bulunan bir kaç kişi hemen atraksiyona geçip kendilerini temize çekmek için çabaladılar. hemen kendilerini temize çekmek, kendi vicdanlarını rahatlatmak için o kadının hiç olmayan demecinden dolayı onu aşağılamaya başladılar.

öylece dinledim onları. sakalımı düzelttirip çıktım dışarı. home ofisime gelip kaldığım yerden devam ettim hayatıma. işte o akşam üstü de o bankın üzerinde otururken düşündüm.
bu muhteşem şehri düşündüm. bencilliğime bencillik ekleyen, yalnızlığımı yalınlıkla çarpan bu muhteşem şehri düşündüm. eskiden de kriterleri olan bir adamdım. kendi onurum ve erdemim için kendimden vazgeçmeyi göze alabilen bir deli.
bu sefer farklı ama. bu sefer farklıydı. ya ben gerçekten büyüyordum ve büyüdükçe acımamayı öğreniyordum ya da istanbul küçülüyordu.

önemsiz. iliklerimde dolaşan bir şey vardı ama. dönüşün imkansızlığı. ne başka bir şehire ne de başka bir hayata. anlıyordum o an her şeyi. bir yıl bir aydır home ofisimin girişinde uyuyan o evsiz amcanın neden bu şehirden kopamadığını.
kendisine yazın kiraz ve şarap, kışınsa tost ve sıcak çay verdiğimde neden gözlerinin gülüp mutlu olduğunu. geçenlerde bir paket sigarayı montunun yan cebine koyup içeri geçtiğimde sabah uyandığı an, elini cebine atıp o sigara paketiyle karşılaştığında tanrı'ya inanmasını istiyordum.

uykularının yukalığı yalnızlığından kaynaklı elbet. ayak seslerini duyduğu an sırtını kaldırıma dönüp yüzünü betona yapıştırışı insanlardan kaynaklı. o adamla aynı şehri paylaştığım için mutlu muyum, hayır. mutsuz muyum, sanırım.
spor salonuna giderken de hissettiğim bu ruh hali ama. sanatkarlar sokağı'ndan her geçtiğimde yanıma gelen o güzel tüylü dişi tekir gibi. kendisinin kuyruğu uzun, biraz şişko. etrafında her zaman 4-5 erkek kedi var.
ben kedi olsaydım ona aşık olurdum. kendisi ayaklarıma sürtünüp, salona biraz daha geç gitmem ve kendisini sevmem için çabaladıkça onu da anlıyorum. çünkü bu şehirde canlı olmak büyüleyici.

arada bir gelip geçen insanlardan ürkmesini anlıyorum onun da. bize yaklaşan her insanın sevgiyle yaklaşmadığını o da ben gibi anlamış olsa gerek. sonra kendi yürüyüşlerim geliyor aklıma. sigara içmediğim anlarda sol elimi cebime sokup cebimdeki anahtarlığı yumruk yapıp yürüyüşüm. ve karşıma çıkacak ilk insanla hiçbir şey konuşmadan kavga edebilecek olmam.
anlıyor ama insanlar. sadece köpekler değil, her canlı kendisinden korkan kişinin kokusunu alıyor bence. bu kokular ise istanbul'da daha bir keskin. buna karşın kendisini sevenleri anlayamıyor ama insan. sadece istanbul'da değil, hiçbir yerde.

fazla renk ve fazla görüntü var çünkü. beyin odaklanamıyor hiçbir şeye. ne yeni bir insana ne de yeni bir sese. istanbul'a geldiğimden beri hissettiğim en yoğun duygu ise yaşamak.
en mutsuz ve yalnız anlarımdan tut, en mutlu ve canlı anlarıma varana kadar. yeter ki benden sonra daha mutlu ve huzurlu olsun birileri. bu konuda her şeyden feragat edebilirim. ettiğimi birileri çok iyi biliyor çünkü.

hatta bayramın ilk günü annemle telefonda konuşurken annemin "neden fazla aramıyorsun" sorusuna verdiğim "bilmem. özlemiyorum sanırım. özleyemiyorum" cevabım ve onun suskunluğu, benim de susmam. bu çaresizliği ve gerçeği kabul etmem.
sonrasında onun "senin için çok dua ediyorum" demesi, benimse "duaların bolu dağını bir türlü aşıp da istanbul'a ulaşamıyor" demem, kendisinin ise gülmesi. sonra benim gülmem.

her şeyin gerçeği var bu rüya gibi şehirde. aşkın, seksin, nefretin, sevginin, kavganın, hoşgörünün... hiçbir şey göstermelik değil burada. bu yüzden kendisine para vermeyen birisini neşterle boğazından kesebiliyor tinerci çocuklar.
aşık olduğu bir kadın kendisini terkettiğinde, gecenin 4 buçuğunda, sokağın ortasında "hayatımı siktin lan allahsız karı!" diye bağırabiliyor yaşlı bir adam.
el tezgahlarından kitap ya da cd baktığınızda almayacağınızı az bir şey hisseden kişi nazikçe sizi kovabiliyor. ya da gecenin bir yarısı sokağa çıkıp yolun solundan yürüdüğünüzde birileri delirmiş olduğunuzu hissedebiliyor. ya da sizin solak olduğunuzu.

işte o bankta beklerken tüm bunlar geçiyordu aklımdan. durmak bilmeyen ve hiç susmayan bir zihine eşlik eden, hiç susmayan ve hiç uyumayan bir şehir. başka ne isteyebilirim ki!
başka ne arzum olabilir ki tanrı'dan. hiç. sadece burada kalayım. eğer bu ülkede geçecekse ömrüm, ben, tüm mutluluğum ve mutsuzluğumla, ben, tüm yalnızlığım ve kalabalığımla burada kalayım.

bu temenniler esnasında ben bankta otururken yanıma yaklaşmaya çalışan orta yaş üstü bir kadının gezdirdiği köpeğin ayaklarımın dibine gelişi. kadınınsa gülümseyerek bir şeyler demeye çalışması. benimse yalandan konuşamıyormuşum gibi davranıp bir dilsiz gibi davranmam.
hatta bu yetmezmiş gibi bir de işitme engelli birisiymişim gibi rol yapmam. kendisinin üzülmesi. belki de üzülüyormuş gibi yapışı. benimse yeni bir insana ve yeni bir insanın sesine dahi tahammül edemeyişimi kendimce kabul etmem.

oradan kalkıp iki adım ötede duran balonlara ateş edip bir kaç ıskadan sonra diğer balonları tek tek vurmam. etrafıma yığılan gençlerin gülüp balonların sahibi amcanın bana içten içe küfretmesi. az ötedeki üç bira kutusunu iki adımlık mesafeden devirmek için balon olmuş futbol topuyla fantezi denemem. ve hep ıskalamam. benim gülmemin aksine bu sefer bu düzeneği koyan gencin verdiğim 10 tl ile pis pis sırıtışı.
az daha ileride benden sigara isteyen orta yaş üstü bir amcaya sol elimdeki sigarayı gösterip "sigara kullanmıyorum" demem. onunsa o anın şaşkınlığıyla elimde yanan sigaraya bakıp ne dediğimden bir bok anlamayışı. hatta beni görüp görmediğinden bile emin olamayışı. benim bunca yıldır gördüğüm ve yaşadığım her şeyin gerçekten varolup gerçekliğinden emin olamayışım gibi.

sonra home ofise doğru yollanışım. barlar sokağından taşan, içki içen gençlik. birbirilerinin tenini ısırarak ve öperek çürütmek varken bira denen lanet bir içkiyle zebil olan gençlik.
ve onlara duyduğum öfke. fit vücutların ve diri zihinlerin seks hariç diğer her şeyle harcanışına içimin el vermemesi. kaçak bakış atan kadınlar, ve o kadınların kendilerini farketmeleri için bukalemun gibi şekilden şekile giren erkekler. kendileri olmak hariç her şey olanlar.

benimse elimdeki sigaramla bahariye'ye düşüşüm. akbank'ın önünde sazıyla-mikrofonuyla ahmet kaya şarkıları çalan adamın yanından transit geçerken onun dizinin dibine oturmuş üç genç kız. ortadaki kıvırcık saçlıyla gözgöze gelişim. 
içimden 10 adım sayıp geri dönüp baktığımda eğer hala bana bakıyorsa onu oturduğu taşın üzerinden kaldırıp, elinden tutup sonsuzluğa uçma sözüm. 
"...9 ve 10" dediğimde geri dönüp bakışım, onunsa küçük aynayla makyajını tazeleyişi. gecenin bir yarısı, sokağın ortasında. benimse acı acı gülümseyişim.

home ofisimin giriş kapısına geldiğimde hemen sol taraftaki evsiz amcanın bu gece orada olmayışı. cüzdanımdan bir kağıt parçası çıkarıp, o kağıt parçasınınsa geçen gün başladığım ney kursunun telefon numarası ve adresi oluşu ve benim buna aldırmaksızın oraya bırakışım. 
sonra merdivenlerden yukarı çıkarken kendi kendime yinelediğim şeyler;

"bu saatten sonra istanbul'dan ötesini kaldırmaz zihnim" deyip saate bakışım. ve sonra devam etmem; "ötesine sığamam. dar gelir her yer bana. kesmez beni. olmaz. olduramam. burada kalayım. burada çürüsün etlerim. lime lime olayım. farketmez, en mutsuz ve ümitsiz gecelerinde bile bir mucizeye yatıp kocaman bir hayal kırıklığına uyanmam. hatta kocaman bir hayal kırıklığıyla. yeter ki dudaklarından öpüp, alnıma götüreyim dudaklarını. bayramda öpemediğim annemin elini öper gibi öpeyim istanbul'u. ve tüm 'güzel' kadınları."

http://www.youtube.com/watch?v=ctnpishkaj0

Beyaz tenli kadınlar

kadının hasıdır bunlar. sevişirken bir erkek için ekstra tahrik edicidir ten renkleri. öpülen, sıkılan, dişlenen tenleri erkeği daha da tahrik eder. eğer bir cennet varsa ve o cennette de huriler, işte o huriler bu kadınlardan oluşacak. öldükten sonra cennete giderseniz boşuna sırtında iki kanadı olan bir canlı beklemeyin. gerçi bu performansla kimsenin cennete gideceğini de ummuyorum ama, her neyse işte.

bu kadınlar kadın denen varlığın bir bug'ıdır. şaka veya ironi yapmıyorum. bu kadar mı leziz olur bir kadının bedeni. bu kadar mı vazgeçilmez ve bağımlı yapabilen cinsten.
hele bir de bu kadınlar kızıl ya da sarışınsa kendilerini öpen erkek, kendilerine dokunan erkek hep bir fazlasını arzulayıp hep bir fazlasının peşinde olur.
ana yolun ortasında, evde, sokakta farketmeksizin bu kadınlarla bedensel teması hep en yüksek seviyede tutmaya çalışıp, tabiri caizse tek bir an bile kendilerinden mahrum kalmamak için çabalar.

biz ölümlü erkekler için fazla kusursuzlar. erkekler için fazla ütopikler. erkekler için fazlalar. tez vakitte nurilerle birleşinler. ben kendilerine dokunmaktan korkuyorum. işin sonunda taş kesilmek var çünkü.

Kır zincirlerini

bir gün, bir yabancıyla müzik tartışmasına girsem işte bu şarkıyı alıp karşımdaki kişinin alnına yapıştırırım. nasıl bir şarkıdır bu! geçen gece rüyama girdi. bir şarkı insanın rüyasına girer mi! girermiş. bu şarkı o sorunun cevabı!

rüyamda, tarkan efendi yüksek bir yerde bu şarkıyı söylüyor, biz inananlar ise aşağıda hep beraber birbirimize... öhöm. biz inananlar ise aşağıda dans ediyorduk. güzeldi. en az bu şarkı kadar. 

hiç modası geçmeyecek bir şarkıdır kır zincirlerini. hiç eskimeyecek. türkçe yazılmış ve yazılacak, bestelenmiş ve bestelenecek, söylenmiş ve söylenecek hiçbir şarkı bu kadar davetkar ve cesur olamayacak! sonsuza dek. sözlere bak sözlere; 

***

kır zincirlerini
seninle son gecemiz bu
bu son sevişmemiz belki de
bırak alev alsın bedenin
hissettiğin gibi ol bu gece

tüm oyunları oynayalım sırayla
günaha bulanalım biteviye
şşş konuşma hiç soru sorma
sırlarımı keşfet bu gece

kır zincirlerini gel
aşka kanalım seninle
yum gözlerini
soluksuz uçalım göklerde

geriye sayım başladı
ayrılık anı çok yakın
bırak tutuşsun bedenin
tadına varalım her dakikanın
tüm yasakları delelim
yudum yudum içelim aşkı bu gece

*** 

kimin haddine, bu denli tutku dolu sözler yazmak! çok ciddi soruyorum, "ki-min had-di-ne! türkçe yazılmış ve yazılacak en şehvet yüklü, en tutku dolu satırlar işte şu yukarıdakiler!

club mix'i ise leziz;

http://www.youtube.com/...t=1&list=ple721826be63c6759

Eminem

geçen yıl yaptığı şarkılarla "ben daha ölmedim piç kuruları!" diyen öfkeli adam. öfkesini bu denli güzel ifade ettiği için şahsım adına söyleyecek olursam, leziz!

bu genç ilk piyasaya düştüğü dönemler ben müslüm gürses dinliyordum. ankara'nın dikmen'inde başka ne dinleyeceksin lan! bir gün berbere düştüm bu genç lose yourself'i icraa ediyor televizyonda. "amanın" dedim. "bu ne biçim bir ses ve yorum. ulan elin oğlu kedi gibi miyavlayıp mest ediyor adamı." 
ancak serde delikanlılık var tabii. çaktırmadan dinliyorum. beğenimi belirtsem, o berber salonunda linç edilirim. zaten aralardan deyyusun biri çıkıp kapatın "şu piçi" dedi. kapadılar. hemen eve gelip kendisini araştırmaya başladım. trajik geçimişi, şusu, busu derken bir baktım götüm götüm rap müziğe doğru gidiyorum.
"napıon la bebe sen" dedim kendi kendime. bıraktım eminem dinlemeyi. sonra bir dünya müzik dinleyip rock'ından tut halk müziğine kadar denedik, soluğu trance'da aldık da rahatladık.

fakat geçen yıl öyle iki şarkı icraa etti ki saygı duymamak, ayağa kalkıp avuçlar patlayana kadar alkışlamamak elde değil.

ilk önce lose yourself;

http://www.youtube.com/watch?v=ho2wa0te0wm

sonra not afraid; 

http://www.youtube.com/watch?v=j5-ykhdd64s

ve ve ve, love the way you lie;

http://www.youtube.com/watch?v=uelhwf8o7_u

Oral seks

seksin en güzel hali. bir erkek bunu kadına yaptığında, pozisyon itibariyle kadın sırt üstü uzanmışsa, kesinlikle ve kesinlikle kadınla gözgöze gelmeli. zevkten çıldıran kadının gözlerinin akını göreceksin genç. bu senin hayattaki tek ulvi görevin, eylemindir.
ve yine bir kadın, erkeğe yapıyorsa, o da kesinlikle ve kesinlikle erkekle gözgöze gelmeli.
ne lan öyle, macun yer gibi yumulup hiç göz teması sağlamadan iki yalaşap emmek ve yalamakla geçiştirmek. kabul etmiyorum ben. göz teması genç, ıskalanmaması gereken püf noktalardan birisi bu.

bir de bu müthiş eyleme direk olay mahallinden başlamayacaksın. abartı gelecek belki ama ta kolun iç kısmından başlayıp (her iki cinsiyet için de geçerli olan şey; oral seks yapılan kişi sırt üstü uzanmışsa) oradan göğüs kafesine, göğüslere, göğüslerden göbek çukuruna, göbek çukurundan kasıkların az üstüne, oradan da olay mahalline gelinebilir.

insanlar birbirlerini yermek ve acıtmak için kullandıkları dillerini şu oral sekste kullansalar, dünya güllük-gülistanlık olur zaten. bir de bu şekilde yapılan çeşidi denenirse en sonunda şirinleri bile görebilirsiniz.

Seks

insanı insan yapan yegane şey. çocuklara, yaşlılara baktığınızda dediğimi az-çok anlarsınız. anlamasanız da anlayanlar anlamayanlara anlatsın. anlatmasın ya da, seks yaparak göstersin, neyi ıskalayıp neyden mahrum kaldığını. bu yüzden insanı insan yapan yegane şeydir seks. şimdi bir aklıevvel kalkıp diyebilir; "eee, hayvanlar da seks yapıyor." doğru. hayvanları da hayvan yapan yegane şey seks. mesela iki kediyle beraber yaşıyordum geçen kış, çiftleşme dönemleri geldi, fıydı gittiler. 
insan hariç her canlı sekse her şeyden daha çok önem veriyor çünkü. insan aç kalmaktan korkuyor, açıkta kalmaktan. insan hariç diğer canlıların umrunda mı bu? asla. bir şekilde yiyecek bulup barınaklarına ulaşacaklarından eminler.

oysa insan sekse ulaşmak için debelenip duruyor. göt yalamaktan tut kıçını yırtmaya varana kadar. en basit hesapla 20 küsür milyon insan var istanbul'da, ve bunların %90'ının düzenli bir seks hayatı yok.
kalıbımı koyarım, evli olanların bile yok. niye? çünkü sabah gidilecek işler var. sabah gidilecek okullar. saçmalığa bak, insan, kendini iyi hissettiren şeye ulaşmak için hem bedenen hem de ruhen yorgun düşüp ondan sonra onu elde edebiliyor. ya da onu yaşıyor.

işte insanın en büyük defolarından birisi de budur. her şeyin en temeline ya da en tepesine seksi koyup ona ulaşmak için saçma-sapan onlarca uğraş geliştirmiş olması. ve buna birinci elden ulaşmak varken siktiriboktan introlar ve komplimanlarla zaman harcaması.
sizi göreyim amına koyim, bulun seks yapacağınız kişiyi, ön sevişme mahiyetinde yüzbinlerce introdan geçip katrilyonlarca kompliman yapın. sonra da sevişin. erkekseniz seks yaptığınız kadını zevkten ağlatın. kadınsanız, seks yaptığınız erkeği zevkten uçurun.

Yalanlara inanıp gerçeklerle yaşamak

zordur. tabii gerçeğinizin ne olduğuna bağlı bu. gerçeklerinizin ne olduğuna. inandığınız yalanlar önemsiz mi? asla! onlar da önemli. en az gerçekler kadar. sonrası çorap söküğü gibi gelir zaten. sonrası hiç beklemediğiniz yüzsüz bir misafir gibi gelir, zihninizin, kalbinizin en üst köşesine oturur. siz kovmak isteseniz de gitmez. kapı dışarı etseniz de çıkmaz dışarı. öylece duırur orada.

insani ilişkilere dair her zaman ve her şartta bocalamış bir adamımdır ben. belki kendimi çok önemsediğimden belki de herkesin ben gibi olmasını arzuladığımdan. ömrümün üçte birini bildiğim her şeyi diğer insanlar da bilsin diye debelenmeyle geçirdim ben.
hatta daha geçen gece bir şeyler yerken bir kitabevinin önünde iki genç kız fotoğraf çekiniyorlardı. kızlardan biri charlie chaplin'le fotoğraf çekinirken diğeri köşede duran franz kafka'dan ötürü "sen de şu abiyle çektir" dedi arkadaşına.

evet, benim en büyük hatam, ömrümün üçte birini boşa geçiren şey buydu. her hangi bir insanın hiç önemsemediği yarrak kürek bir yazarı yeri geldiğinde peygamberim ilan etmem. kafka'yı çok sevdiğimden demiyorum bunu. bir kaç kitabını okuyup onu bildiğimden.

ömrümün üçte biri de doğuştan elimde olmayan şeyleri elde etmeye çalışmakla geçti. yaşadığım şehirden tut yaptığım işe varana kadar. ilk dövmemi 6 saatte yapmıştım mesela. şimdi o tarz bir dövmeyi 20 dakikada yapıyorum oysa. ve o dövmeyi yapmadan önce profesyonel eğitim aldığım kişi elimin yatkınlığını hissedip boşlamıştı beni.
sonra yaşadığım yer. birileri istanbul'da dünyaya gelip bu muhteşem şehri beğenmezken ben bir savaş enkazında en sevdiği oyuncağını bulan küçük bir kız çocuğu gibi sahiplendim burayı. 
kadıköy sokaklarındaki kediler ve köpekler bile gözüme dünyanın en değerli varlıkları olarak geliyorlarsa bunun en büyük nedeni istanbul'da yaşıyor olmam, istanbul'u bu güzel canlılarla paylaşıyor olmamdır.

ömrümün diğeri üçte birini harcadığım şeyse aşktı. sevgi, saygı, sadakatti. oysa hepsi kanunlarla elde edilebilen bir şeymiş. evet, yanlış duymadınız, aşk da dahil hepsi elde edilebilen bir şeymiş.
yeter ki siz gözünüzü karartın ve inadına üstüne yürüyün bir şeyin. vurun, kırın, parçalayın! sendromlardan sendrom beğenen kişi eninde sonunda size aşık oluyor, korkmayın.
kimi daha derinden incitirseniz, kimi daha zor durumda bırakırsanız o daha çok sevip daha uzun süre aşık kalıyor size!

insan bu, yalanlara inanıp gerçeklerle yaşamayı marifet belliyor. şimdiye dek ben hiç görmedim ve duymadım dürüstlüğün, sadakatin bir şey kazandırdığını.
ve dürüstlük, sadakat? hepsi ama hepsi korkudan kaynaklı şeyler! insan lan bu, temiz olabilir mi? aşık kalabilir mi? sonuna kadar sadakatle yoğrulup öyle şekillenebilir mi!
yeter ki fırsat geçsin eline. yeter ki korkuyu atabilsin ciğerlerinden. işte o vakit sikip atar her şeyi! siz görün, tırnaklarının ne kadar derininize saplandığını! siz görün, rezillikte ve adilikte nasıl kariyer yaptığını!
gece verdiği sözleri sabah nasıl unuttuğunu. tüm bunları gördüğünüzde gerçeklerle yaşama çağınız başlar.

biliyorum, zordur. bir gün o kadar çok acı çekersiniz ki gözlerinizi bir hastanenin acilinde açarsınız. ya da show tv'de. işin şakası bir yana, gözlerinizi bir hastanenin acilinde açarsınız. 
oradan mideniz yıkanır. içinizdeki kan boşaltılır. serum yiyip kendinize gelirsiniz. ertesi günün sabahında yerinizden doğrulup dışarı çıktığınızda güneşi görürsünüz. hiç olmadığı kadar sıcak ve göz alıcıdır.

kendi kendinizi dünyaya getirirsiniz. belki 26 yaşınızda, belki de...

önemsiz. tüm bu gerçekler uyuşturur ama sizi. hareket kabiliyetiniz kısıtlanır. inceliklerden beslenen ruhunuzun tüm yaşam üniteleri yerle bir edilir. can çekişirsiniz hep.
bir zamanlar sizi ayakta tutan inanç, bu sefer sizi güçlü kılar. empati yapmayı bırakırsınız bu yüzden. en yükseğe çıkıp oradan bakarsınız insanlara. asla ve asla karşıdakinin yerine koymazsınız kendinizi.

yolda bir dilenci size elini uzatsa bacak arasına tekmeyi yerleştirip o acı çektiği için eğildiğinde avuçlarından dökülen bozuklukları alıp kaçarsınız.

hoşgörü, saygı... hepsi kof! siz peygamber değilsiniz! son peygamber geleli de 1500 yıl oldu! yalan hepsi. çok pis kandırıldık! çok pis aldatıldık! eşsiz değil insan! tam tersi, evrende varolan en aciz varlık! evrenin tek defolu canlısı! hem genetik olarak hem de biyolojik olarak tek kusurlusu!
aldatıldık! zekamızı kullanmamızı, elimizi-kolumuzu kullanmamızı üstünlük belledik! oysa bir sokak kedisi hepimizinden daha mutlu. ve koca bir insanlık olarak, bir sokak köpeği kadar olamadık! onun kadar kayıtsız, onun kadar dingin ve onun kadar güzel!

Her şey kumardır

evrende varolmuş ve varolabilecek en net yargılardan birisi! belki de en neti! aşk, seks, şefkat, şehvet, saygı, öfke, sevgi... her şey ama her şey! zira ne bilimin ne de ilimin kelime-rakam dağarcığı yetmiyor hiçbir şeyi en net haliyle açıklamaya-sunmaya.
bu yüzden her insan çıkmaza girdiği her an son ses bağırıp rahatlatmalı kendini; "her şey kumardır!"

bir ilişki öncesi boşa harcanan zaman nafile. bir iş öncesi o işe alınmak için verilen mücadele boş. kişinin kaderi ne yazık ki hep bir başkasının elinde. bu yüzden hiçbirine ama hiçbirine gerek yok.
insan bu, istese, bir ilişkiyi doğru-düzgün götürmek için bir ömür rol yapabilir. gerçekten yapabilir bunu. yeter ki istesin. sadece bunu mu! her şeyi yapabilir insan. her şeyi başarabilir. yeter ki istediği şeyin bir ucu başka bir insana bağlı olmasın! eğer istediği şeyin bir ucu başka birine bağlıysa hiçbir şeyi başaramaz insan.
o diğer ucu elinde tutan kişi diğer kişiyi de aşağı çeker. beraber düşerler başarısızlık kuyusuna.

sırf bu yüzden her şey kumar işte. öncelikle tanrı! zira ne öbür tarafa gidip de gelen var ne de tanrı'yı bu tarafta çıplak gözle görüp elleriyle dokunan. hele kendisiyle karşılıklı iki tek rakı atıp aynı masadan sendeleyerek kalkan, kalkıp da kolkola giren hiç yok!
sevgi keza! biten ilişkiler en büyük örnektir sizlere. ki onlarda, almasını bilenler için büyük ibretler vardır. bir diğer olgu olan seks, şehvet! kişi sizinle sevişirken istediği kişiyi düşleyebilir! var mı ötesi! zihne kelepçe vurulabiliyor mu!

her şey kumardır. her şey ama. kazananın kim olduğunun bilinmediği, daha doğrusu bir kazananın olup olmadığının bilinmediği bir kumar. zor duruma düştüğünüz anlardaki çektiğiniz blöfleri düşünün!
daha dün gece bu saatlerde on numaradan ikinci kez 9 tutturmuş birisi olarak son ses bağırıyorum ben. ister kulaklarınızı tıkayın, ister tıkamayın. görünenle yetindiğiniz sürece zarardasınız.
postlar sizin aklınızı ve kalbinizi çeldiği sürece ziyandasınız. görünenin ardındakini görmek için dilinizi ve dudaklarınızı işin içine sokmadığınız sürece bir gün donunuza kadar kaybedersiniz.
sürekli sayısal, şans topu ve on numara oynadığım tekel bayiindeki abiye yarı şaka-yarı ciddi benim söylediğim gibi, "bir gün donuna kadar alacağım."

risk etmek lazım bu yüzden. her şeyi hem de. gerekirse kadınlığı. erkekliği. işi. gücü. parayı. pulu. bilgiyi. geleceği. şimdiki zamanı. her şeyi. neticede kumar her şey. asla ve asla ıskalanmaması gereken şeyse;

"ya tutarsa!"

korkmayın, hiçbir zaman şimdikinden daha yalnız, mutsuz ve ümitsiz olmayacaksınız! hiçbir zaman şimdiki halinizden daha beter acımayacak canınız. insana insan olmaktan başka seçenek sunulmadı çünkü. o zaman gerek yok korkulara. telaşlanmaya. sırada insan olmak varsa ve hep tekrarladığım gibi her şey kumarsa, elde-avuçta ne varsa ortaya konulup rest çekilmeli. rest çekerken de içten, son ses bağırmalı. sonsuza dek;

"ya tutarsa!"

http://www.youtube.com/watch?v=ln29cxujycc

http://www.youtube.com/watch?v=1k4ru4w0shm

http://www.youtube.com/watch?v=crrp1xb90u4