18 Mayıs 2011 Çarşamba

Bir kadının bir erkeğe inanması

gerçek bir mucize. en gerçeğinden hem de. ne musa'nın sihri, ne isa'nın şifası ne de muhammed'in hoşgörüsü. hiçbiri, bir mucize değil benim nazarımda. asıl mucize işte bu. tek gerçek mucize bu. elle tutulup gözle görülür cinsten. hatta koklanıp öpüleninden.

yalanı yaşayan bir adamımdır çoğu zaman. şöyle dünyanın en berbat yalanını alıp da gerçeğe çevirip hatta tek gerçeğim yapıp onu yaşayan bir adamım. 
çünkü iki yüzüm var benim. biri, gündüzleri yüzüme geçirdiğim, diğeri ise geceleri yüzümden sökmek için çabaladığım iki yüz. bu yüzlere uygun hareket ve tavırlarım da var tabi ki. istediğime istediğim an gösterdiğim, gösterebildiğim bir yüz bu. fazla adaptasyon sorunu yaşamam bu nedenle. bir çok insanın kendisinde övgü alma kriteri olarak gördüğü bu özellikten ben rahatsız olurum.

her insanla hemen yakınlaşabilirim mesela. karşımdaki kişi ister bir esrarkeş olsun istersen bir fransız asilzadesi, farketmez. her ikisinin kafa yapısına girip istedikleri muhabbetleri çevirebilirim.
normal bir insan övünür bu tarz bir özellikle. ben ise rahatsızlık duyuyorum bu durumdan. çünkü lüzumsuz geliyor. isterim ki karşımdaki berbat olduğunda ona berbatlığını tek bir kelimeyle ya da eylemle gösterebileyim.

konu benim onurum olduğunda sadece gerçek olabiliyorum. kötülüğüm ya da iyiliğimle. aslında bir şeyleri gurur yapan insanları anlamam hiç. ve hak vermem hiçbirine. 
örneğin sırf bir inat uğruna biten aşkları gördüğümde içim acır. canım sıkılır. ruhum eksilir. böyle anlarda kızarım. gerçek bir öfke yayılır tüm bedenime. aşk gibi bir muhteşemlkiğin bir inat uğruna yok olması, bitmesi kanıma dokunur. ve her iki tarafın olmasa da tek bir tarafın tamamiyle samimiyetsiz davrandığına inanırım. ki çoğu kez bunu sonraki ilişkilerinde ispat eder kendileri. ben ise bir kez daha boktan bir şey hakkında haklı çıkmamın kötü ruh haliyle kalırım.

onur işte, sadece bir erkek ismi olarak gelmiyor çoğu zaman bana. ne bileyim işte, insanın kaybetmemesi ve kaybetmemek için mücadele vermesi gereken en erdemli yanlarından birisi olarak geliyor çoğu zaman. bu yüzden de onurumu incitecek bir insan gördüğümde tüm saldırganlığımla karşısına çıkabiliyorum. çıkıyorum.
o an gözüm ne yaşanacak tüm güzellikleri görüyor, ne tadılacak öpüşleri ne de geceler boyu sürecek sevişmeleri, sevişleri.
ha bu arada, neden insan sadece gece sevişmek ister ki! ya da neden insanların bir çoğu geceleri sevişir ki genelde. asıl sevişilmesi gereken zaman dilimi sabahtır. hem beden hem de ruh kendini yenilemişken. öyle lak diye sevgilinin ağzına çükü dayamak değil bu bahsettiğim sevişme. gerçek bir sevişmeden bahsediyorum. tutkulu, kızgın ve sert. 

onur konusunda tıkanıp kalıyorum işte. tüm inançlarımı ve inanışları yerle bir ediyor. bir nevi kendimden feragat ediyorum böyle anlarda. amacım mükemmele ulaşmak değil ama.
mükemmeli arayıp da koca bir "hiç" olan çok hayat gördüm ben. içlerine girip de yaşadım. kusursuzu aramak en büyük kusurdur çünkü. hatasızı aramak en büyük hata. temizi aramak ise en boktan leke.
insan insandır nihayetinde. yaşadığı ve yaşamadığıyla.

elinden geleni ardına koymalıdır ama insan. daha bu akşam üstü bir kadınla konuşurken konu dönüp dolaşıp ertelememeye geldi. ve kendisi şehir değişikliği yapabileceğinden bahsettiğinde "neden?" dedim. "gitmem lazım" dedi. ben tekrarladım; "neden?"
yanıtsız bıraktı cümlemi. tahammül edemediğinden bahsetti sonra. artık bir şeylerin ağır geldiğinden. buna karşın öyle rahattı ki. ya da öyle güzel rahat rolü yapıyordu ki. bir an inandım gerçekten rahat olduğuna. ve hep rahat kalacağına. çünkü risk etmek gibi bir deliliğin görünmeyen kollarına teslim etmek istemiyor daha kendisini. onun cehennemi de o işte. onun cehennemi de "temkinli olmak."

tekinsiz bir hayat yaşarken temkinli olmak ne kadar tutarlı, işte orası muamma. oysa daha bu akşam üstü yine, bir adam geldi home ofisime. bedenini ve ruhunu bir nevi bana teslim edip, ensesine "tanrı sekstir!" yazdırdı. 
benim cümlemi bana işletti. kendi bedenine. giderken de "sarılabilir miyim abi?" dedi. "gel" dedim. sımsıkı sarılırken de ekledim, "teşekkür ederim gerçekliğin için."

çünkü ilk başta da dedim ya yalanları yaşıyorum. yaşayacak tek bir gerçeğim olmadığında en berbat yalanları alıp en hakiki gerçeğim yapıyor. bu ise kocaman hayal kırıklığı, hayal kırıklıkları olarak geri dönüyor. her birinizinkiler gibi.
oysa bu akşam üstü, hayatımın en gerçek anını yaşadım. benim yazdığım bir yazıyı bir insan varolduğu sürece bedeninde taşıyacak. belki gün gelip sıkılabilir o cümleden ve üzerine ben ya da başka bir dövmeci başka bir motif işleyebilir.
dert değil. dert olan bu gerçekliği ömründe bir kez bile yaşamayanların, yaşayamayanların hala ve hala aynı yerde sekmeleri. oysa şu gece bile her şeye gebe benim nazarımda.

birazdan en kanlı kavgamı verebilriim birileriyle. en mükemmel sevişmemi gerçekleştirip geberene kadar orgazm olup, orgazm edip yok olabilirim. önemli değil hiçbiri. hepsi gerçek olsun yeter ki.
sarıldığım an, yumrukladığım an kemiklerini hissedeibleyim yeter ki bir insanın. o da benim gerçekliğimi teyid etsin kendince. ihtiyacım olan sadece bu. ihtiyacımız olan sadece bu: gerçek.

bir kadını düşündüm sonra. bir kadının bir erkeğe gerçekten inanışını. sonunda ne olursa olsun. sonunda ne yaşanırsa ya da ne yaşnacaksa yaşansın. dedim ki yine bir kadına, kendi cümlemi bir dostun sırtına dövme olarak işlediğim dövme olayını anlattığım bir kadına; "o erkeğin inandığının binde biri kadar inanmış olsaydı bir kadın bana, dünyadan tüm kötülükleri söküp alabilirdim ben. savaşları tek bir cümlemle bitirip yeni bir hayat inşaa edebilirdim evrende. tecavüzleri sonsuza dek yok edebilirdim. açlığı. sefilliği. adaletsizliği..."

güldü. ben de güldüm. çünkü kolay olan gülmekti. biz ise hep zordan kaçtığımızdan, kolay olanı seçtik. onun kahkahaları devam ederken yineledim; "bir kadın bir erkeğe gerçekten inanabilseydi evrende şimdiye dek gerçekleşmiş hiçbir kötülük gerçekleşmez, şimdiden sonra gerçekleşecek olanlar da son bulurdu. ya da bir erkek bir kadına. ne farkeder?"

"hiç."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder