27 Mayıs 2011 Cuma

Kadıköy..

türkiye'de korunmuş tek bölge. pislikten, kötülükten, bencillikten... bir yer hayal edin, insanların insanlara değil de diğer canlıların bile insanlardan çekinerek sokaklarda yürüdüğü bir yer. kadıköy öyle mi ama? değil. 
yaklaşık bir kaç saat önce şarap şişemi alıp home stüdyomdan dışarı çıktım. bahariye'den barlar sokağına, oradan da modaya doğru yürüdüm. elimdeki şaraptan yudumlar çeke çeke.

barlar sokağını geçtikten sonra moda'ya giden yoldaki manav ve marketten az bir şey kiraz alıp ceplerime doldurup yiye yiye gitmek için markete yaklaştığımda markette çalışan genç çocuk flaşdiskten azer bülbül dinliyordu.
uzun saçlarıma, ve her iki kulağımdaki toplam üç küpeye bakıp kıstı sesini azer bülbül'ün. "kesme lan" dedim yarı şaka yarı ciddi. mahcup oldu kendisi. sonra ekledim, "iki şarkısı çok güzeldir azer'in. askerdeyken dinlemek zorunda kalmıştım. biri, dokusan düşecek hale gelmişim, diğeri ise felek"
çocuk önce gülümseyip sonra da ; "abi hiç dinlemedim" deyip ekledi. "ben müslüm gürses'i çok severim." bir an heyecanlanıp en de karşılık verdim, "ben de müslüm baba'yı çok severim."

kirazımı ceplerime doldurup yola koyuldum. gecenin 3 buçuğunda fazla insan yoktu. sokaklar sadece kedilere ve köpeklere emanet edilmişti. onlarsa iyi bakıyorlardı bu emanete.
tam moda parkı'na varmazdan önce yanıma sokulan tekirlerden birisi fazla sıcak kanlıydı. elimdeki şarap şişesini burnuna doğru tuttuğumda içmek istedi sanırım. fakat içmedi. vakti zamanında ev arkadaşım olacak manyağın biri labrador cinsi köpeğe votka-redbull içirdiğinden, o gece gazoz isimli labrador köpeğime buz banyosu yaptırıp hayata geri döndürdüğüm için insan hariç hiçbir canlının alkolle arasının iyi olmadığını anımsayıp devam ettim yoluma.

moda parkı'na baktığım an bundan yaklaşık 4-5 ay önce o parktaki bir evsize uzattığım cep viskimden bir kaç yudum çektikten sonra sunduğu teşekkür cümleleri geldi aklıma.
toplumun en alt kesiminde sanılan bir insanın bile kadıköy'de yaşadığı için ne denli samimi ve kibar olduğunu anımsayıp devam ettim yoluma. hava kapalı olmasına karşın soğuk değildi. yine de belki üşürüm korkusuyla polarla çıkmıştım dışarı.

şarabımdan yudumlar çekip kirazımdan yerken tam moda sahilinin moda spor kulübünün olduğu yere gelmiştim. orada bir banka oturup ömrümün otuz yılının neden denizi olmayan bir yerde geçtiğini düşünmeye çalıştım.
hemen yanımdaki bankta bir çift vardı. kız hararetli hararetli bir şeyler anlatırken erkek sadece dinliyordu. ben ise düşünüyordum. boşa geçen 30 yılı. ömrümü. oysa istanbul'da yaşamaya dair tek bir hayalim ya da düşüncem olmamıştı benim hiçbir zaman.

yine de bir 27 mayıs gecesi tüm şehir tüm ihtişamıyla ayaklarımın altındaydı sanki. elimde şarap şişem, ceplerimde ise kirazlar. ben ise yüzümde mutluluğa yorulacak bir gülümsemeyle öylece dinliyordum. dinleniyordum.
yanımdaki çiftin huzurunu bozmamak için banktan kalkıp devam ettim yoluma. tam tekrar moda yoluna düştüğümde küçük bir tor gördüm çöplerin arasında. hemen onu alıp taklacı güvercinlerimin olduğu balkondaki pencereye monte etmek için güzel olacağını düşündüm. 
karşıdan 3-5 genç geliyordu, ben şapşal gibi gülümserken. ben kendilerine yol verdiğimde içlerinden birisi "iyi sabahlar üstad" dedi. diğer ikisi arkadaşlarını uyarmaya çalıştığında "eyvallah kardeşim" dedim. "size de iyi sabahlar."

korku yok bu yerleşim yerinin sokaklarında. o kadar güvenli ki. huzur var huzur. dünyanın belki de hiçbir yerinde asla hissedilemeyecek tek duygu işte buranın sokaklarında.

az ilerimde sokağa atılmış klozeti gördüğümde sırtlayıp home ofisime getirmeyi düşündüm. şarabın etkisi artmamış ve ceplerimden kirazlar taşmasaydı sırtlanabilirdim. vazgeçtim. vazgeçerken de hafifçe gülümsedim. ne yapabilirdim ki klozeti. kendi kendime "salonun ortasında dekoratif durabilirdi en azından" dediğimde ise aynı yoldan home ofisime geri dönmek üzereydim.

barlar sokağındaki insan sayısı seyrekleşmiş ve bahariye'den boğa heykeline doğru baktığımda mis gibiydi her şey. bomboş sokaklarla herkes. ben ise böyle bir yerde yaşadığım ve kendi işimi yapabildiğim için kime teşekkür edeceğimi düşünüyordum. 
home ofisimin olduğu binanın önüne geldiğimde her zamanki evsiz, yan binanın önündeki ayakkabıcının dış cephesinde, yüzünü beton zemine gömmüş uyuyordu. ben de şarabımı ve ceplerimdeki kirazları koynuna koyup içeri geçtim. 
"belki birazdan uyanıp o teşekkür eder, şarabı ve kirazları gördüğü an" diye düşündüm. bana etmesi gerekmiyor. böyle bir yerde evi olmadan da yaşadığı için yaratıcıya. hiç bilemedin kendine. bilmiyorum. küfretse bile başımın tacı. yeter ki o da terketmesin kadıköy'ü. şarabından içip kirazlarından yiyerek koyun koyuna uyusun kediköy'ün kedileriyle. 
kim bilir, onun cenneti de burasıdır belki. cehennemi olmadığından eminim. en azından bir kaç sonra uyanıp da siktiriboktan bir işe-okula gitmeyecek. milyonlarca hatta milyarlarca insanın gittiği, gitmek zorunda kaldığı gibi.

her günü ve her geceyi böyle bir yerde geçirdiği için mutlu olacak. ben ise her gece sokağa çıkıp kiraz ve şarap koyacağım onun koynuna. o ise teşekkür edecek hiç bilmediği birisine. belki de bir tanrı'ya inanacak bu sayede. belki de meleklere. 
ve dünyanın her zaman kötülük ve pislikten ibaret olduğunu değil de güzellik ve iyilikle dolu olduğunu kabul edecek, şarabından yudumlar çekip kirazların tadını ağzında hissederken.

belki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder