10 Şubat 2012 Cuma

Doğmak

evrendeki iki mucizeden ilki. ikincisi ise... dur dur, sabırsızlanma hemen. ikincisini bekle biraz. nasılsa insanın ömrü ya beklemek ya da bekletmekle geçmiyor mu, ne bu acele.

bugün benim doğum günüm. gerçek doğum günüm ama. kimlikteki halinden tam bir ay önce yani. oysa bir ay erken dünyaya gelmişim ben. annem söylerdi, "seni dünyaya getirmek istemiyordum aslında ben. kürtaj için gittiğimde doktor 'geç kalmışsınız hanfendi' dedi" diye eklemişti.
oysa varolmak o kadar güzel ki. varolduğun süre içerisinde bir şekilde hep bir telaş ve curcunanın içinde olup her yeni güne yeni bir mucize ümidiyle bakmak.

gündüz, çok şık ve cicili-bicili bir kişilik giyip gece olduğunda çırılçıplak kalmak, özünle yüzleşmek öyle güzel ki. insanı gerçekten insan yapıyor. bu yüzden de hem yaşamak hem de varolmak manalı oluyor. 
oysa yaşamı elinin tersiyle iten insanlar var. intihar edenler yani. hastalıktan, doğal afetlerden, trafik kazalarından, kör kurşundan ölenler... hepsi için bu gece sabaha kadar ağlayabilirim.

hiç sevişmemiş ve hiç sevilmemiş genç bir bedenin yok olması onurumu incitiyor bu yüzden de. bir kere öpüşmeden iki metrekarelik çukura indirilmek zoruma gidiyor.
biliyorum çünkü, toprağın üstü bu denli soğuk ve ruhsuzlarla doluysa toprağın altı ne biçimdir.
ve çoğu zaman kendime itiraf edemesem de ben ölümden ciddi manada korkuyorum. bağımlılığım hayatla çünkü. benim zehirim oksijen. kendimi bildim bileli içime çekip ciğerlerimle birlikte bedenimi yaşlandırıyorum.

bugün benim doğum günüm. yine böyle bir karlı kış akşamında dünyaya gelmişim. annemler akraba ziyaretine gittiklerinde. malum, 80 yılının karı-kışı-kıyameti. bir ay boyunca yollar kapalı olduğundan nüfusa kaydedilememişim. sonrasında varolduğum ispat edilmiş. işin absürt ya da ironik tarafı ise şu, normal doğumum 10 martta olacakmış. ben normal doğumumdan 1 ay önce dünyaya gelip normal doğum tarihimde varolmuşum.

acayip. bu acayiplik içerisinde geriye dönüp baktığımda hissettiğim tek şeyse "artık oldum" diyebilmek. bu olmanın içinde "varolmak" gerçekten var mı, bir fikrim yok. ya da yok olmak. buna dair de bir düşüncem yok.
sadece olduğumu biliyorum artık. "32'ine kadar intihar etmezsen olacaksın" diyen o güzel adamın dediği buymuş meğer. bir nevi dalda büyüyen armut gibi olmuşum sanırım. bir nevi turşu olması için tuzlu suya yatırılan hıyar gibi. evet, ben de artık kendi kendime "oldum" diyorum. ya da öldüm. sadece sesli harfleri deforme ediyorum yazarken. ya da yaşarken.

ama olduramadım, biliyorum. hiçbir şeyi hem de. ömrümün şu anında bile hala ve hala çok basit inanıp, çok basit güvenip çok basit her hangi bir erkeğe "kardeşim" kadınaysa "ablacığım" diyebiliyorum.
biliyorum çünkü, en nihayetinde kardeşiz. ki bu yüzden bu denli acımasız bu denli hırçınız. yoksa niye incitelim birbirimizi. yoksa niye alaşağı etmeye çalışalım her şeyi.

bugün benim doğum günüm. 32 yıl önce, bir kaç saat sonra sapsarı bir velet dünyaya gelmiş. o an, o saatte dünyaya gelen belki de binlerce velet gibi.
el bebek-gül bebek büyütülmüşüm. konu-komşu gelip beni evden götürür, sevip geri getirirmiş. annem bunu anlattığında gülerdim. ki şimdiki halime nazaran gerçekten sarışınmışım.

bir keresinde 3-4 yaşıma ait tek fotoğrafımı abimlerde görüp istemiştim. o ise vermemişti. kaybederim diye. doğru bilmişti. kaybederdim. oysa bu gece o fotoğrafı karşıma almak isterdim.
şimdilerde bağırsak kanseri olan amcamın oğluyla bir duvarın üzerinde gözlerimi kısarak baktığım fotoğraf makinasının merceğinden baktığım dünyaya o sarı veledin gözlerinden bakmak için.

bugün benim doğum günüm. ve ben ömrümde ilk defa kendime "iyi ki doğmuşsun" diyorum. iyi ki doğmuşsun ve bu güzel şehirde yaşıyorsun. kafana göre uyuyup, kafana göre yiyip, içip sevişebiliyorsun.
ilk defa gerçekten sindirebiliyorum her şeyi. alışkanlık işte. yapacak bir şey yok. bir noktadan sonra gardı düşüyor insanın. iradesi kırılıyor. bir gün bir bakıyor ki insan, küfrettikleriyle kolkola. nefret ettikleriyle köpekler gibi sevişiyor.

bugün benim doğum günüm. bu yüzden de kutsal görüyorum doğmayı. bir katrelik spermden varolup bu denli yer kaplamayı. hadi onu geç, evrim geçirmeyi. alet-edavat kullanıp düşünebilmeyi.
yazmayı örneğin. ya da okumayı. su içmeyi. yoğurt, ıslak hamburger, künefe, beyti, waffle, mantı... yemeyi. çay içmeyi. kahve, white chocolate mocha, şarap, viski ve rakı içmeyi.

evet, rakı içebilmeyi mucizevi görüyorum. bu yüzden doğum bana kutsal geliyor. bu yüzden dert etmiyorum hiçbir şeyi. ne bu süreçte verilip de yutulan sözleri. arkadan vurmaları. asmaları, kesmeleri...
ne insan ne de insanın kötülük adı altında gerçekleştirdiği hiçbir şey iğrenç gelmiyor bana. zira doğmak başlı başına bir mucize. hiç, bir mucize boktan bir şeye dönüşür mü?

dönüşenler vardır illa. dert değil. ama doğmak yeterince mucizevi. hatta evrende varolan ilk mucize. ikincisi ise... anmayacağım adını bu gece. bilen bilir. hayatın bitiş noktasında o yazıyor zira. ama ben, doğmayı o kadar mucizevi görüyorum ki, ikinci mucize için azrail geldiğinde onu dudaklarından öpeceğim. 

bugün benim doğum günüm. bu ise şarkım olsun hadi. bana, benden küçük bir hediye. kendisini her dem özlediğim o güzel adamdan;

http://www.youtube.com/watch?v=pxfdsspfcok