30 Kasım 2009 Pazartesi

intihar ederek herkesi ve her şeyi cezalandırmak

dün gece aklıma geldi. açıkçası son 4 yıldır tek bir gün aklımdan çıktığı yok. ne zaman gelip de zihnime bağdaş kurup oturdu bu duygu, bilmiyorum..
bilmeyi istiyor muyum peki? sanmıyorum..

dün gece aklıma geldi işte. annemle konuşurken. babam yerinden kıpırdamayıp da benimle konuşmadığında. babasına tapan asalaklardan değilim. ya da aile kavramının muhteşemliğini övenlerden. ama babamın yerinden kalkmayıp da benimle konuşmaması ilk defa zoruma gitti..
10 gün sonra askere gideceğimden değil bu hassasiyetim. ben hep böyleydim. böyle geldim dünyaya. böyle getirildim. külli iradeyle kaderimi tayin eden biliyor hayatımın ne zaman, nerede, ne şekilde sonlanacağını. benimkisi önceden yazılmış bir rolü oynamak. ya da oynarken rolümü yazmak. bilmiyorum. bilmeyi ise hiç istemiyorum.

dün gece geldi aklıma işte. dedim ki kendi kendime; "öldür kendini. hem de askerde. bir gece yarısı cephaneliğe git. tüm cephaneliği havaya uçurmazdan önce kısa bir not yaz yatağında. ranzanın üzerine koy beyaz kağıdı. o beyaz kağıtta siyah harflerle aynen şu cümle yazsın;

"hepinizin amına koyim."

üzerine alınmak isteyen alınsın. alınmayanlar ise sadece gülümsesinler bu delilik karşısında. dün gece aklıma geldi işte. sabahın altı buçuğunda. ben uyumak için gözlerimi sıkarken. ve uyku bana bir gramını sunmazken. dün gece geldi aklıma. geldiği gibi uçup gitmedi ama. joker olarak duruyor sol cebimde. askerliğime 10 gün kala..

dün gece geldi aklıma işte. nüfus cüzdanımda hangi ırka ait olduğum, hangi dine inandığım yazarken. dün gece geldi aklıma. babamın isminin yazılı olduğu yeri sol elimin işaret parmağıyla aşındırırken. annemi düşlerken. kardeşlerimin yüzlerini anımsamazken. sevilecek veya tapılacak tek bir kutsallık bulamazken..
dün gece geldi aklıma. şık bir ölüm strili üzerinde karar veremezken. ölüm stili konusunda kararsızken. ben öldükten sonra, kendimi öldürdükten sonra bir kere bile hatırlanmayacağımı bildiğimden vazgeçtim. ben öldükten sonra annem yas tutmayacağından. babamın sikinde olmayacağından. beni sevdiğini söyleyen hiçbir dişinin umrunda olmayacağından vazgeçtim.

benim intiharım hayatım. her an ve her salise. şimdilik 29 yıl sürdü. daha ne kadar sürer, bilmiyorum. bilmeyi ise, hiç istemiyorum..

28 Kasım 2009 Cumartesi

güzel (kadın)

şu an birisi karşımda. tam karşımda hem de. saçları simsiyah. yüksek topuklu çizme giymiş. siyah. dar bir body giymiş. siyah. etek giymiş. dizlerinin az altında. siyah. beli ince. kalçaları hafif dolgun gibi. gözleri ne renk? bi göz göze gelse benimle, söyleyeceğim. şimdi geldi. siyah.
yanındaki çocuk yeğeni olsa gerek. sinemaya gelmişler. hangi filme girecekler acaba? bilmiyorum. arada bir bakışıyoruz sadece. aynı üniversiteden mezun olduk sanırım. siması yabancı değil. önceden de bu kadar güzel miydi acep? bu kadar siyah mıydı?
yoksa yas mı tutuyor ben gibi? bu yüzden mi bu kadar siyah, şu bayram günü? bilmiyorum. yanına sokulup "merhaba" desem, kızmaz sanırım. fakat bozmak istemiyorum bu güzelliği. öylece kalsın.
ayak ayak üstüne atmış, hafif büktüğü sol bileğiyle arada bir bana baksın. ben ise yazıyla resmedeyim onu. ondan habersiz.

güzel kadın. karşımda şu an. sağ çarprazındaki akvaryumla ilgileniyor. akvaryumdaki balıklarla. ne düşünüyor acaba? ne düşündüğünü benim merak ettiğim ihtimali geçiyor mu acep aklından? o da ben gibi delirmiş mi acep?
sağ ayağını sallıyor hafifçe. arada bir sol eliyle sağ dirseğine dokunuyor.
sonsuza kadar anlatabilirim onu. her anını. her salisesini. münker ve nekir melekleri gibi, ona hissettirmeden, tüm hayatını not alabilirim bir köşeye. salise salise.
şimdi kalktı masadan. anons yapıldı. yedinci salonda film başlamak üzereymiş. çantasını ve masada duran telefonunu alıp üst kata doğru hareketlendi. dönüp bana bakacak mı bilmiyorum. beşe kadar sayacağım. bakarsa çıkışta bir "merhaba" diyebilirim.

"1, 2, 3, 4, 5... ...6, 7, 8, 9, 10"

27 Kasım 2009 Cuma

cebrail olmak

***

insan olmak gereksiz.
insan olmak manasız.
insan olmak boş.
ve insan olmak loş.

cebrail olmak vardı,
bu ilahi olmayan dinde.
vahiyleri götürmeyip de,
muhammed'i sınamak.

cebrail olmak vardı,
bu ilahi olmayan tebliğde.
koçu boşlukta bekletip de,
ibrahim'i denemek.
ve ismail'i.

cebrail olmak vardı,
bu ilahi olmayan varoluşta.
hiçbir emri yerine getirmeyip de,
tanrı'yı kendi stiliyle sınava tabi tutmak.

***

münker ve nekir

***

varlığının nekir'iyim.
münker'liğim,
seni sevmezden öncede kaldı.

sevap-günah tartım bozuk.
kulluğum,
tanrısallığa bulaştı.

***

tanrı

sana geleceğim bir gece.
yarısında değil.
sonunda.

sana geleceğim.
sana gelmemi beklemediğin bir anda.
sen ki bana şah damarımdan yakın olduğunu iddia edip de,
binlerce ışık yılı uzaktayken.
ben geleceğim işte.

kapını çalmadan gireceğim ofisine.
sekreterinle yaşadığın kaçak aşka şahit olacağım.
onlarca yıl bir şirkette çalışıp da patronunu göremeyen,
genç bir adamın heyecanı olmayacak içerimde.

sana bakacağım çıplak gözlerle.
çıplak ellerimle boynuna dokunacağım.
okşayacağım hafifçe.
sonra sıkacağım nedensizce.

gözlerin dönecek yuvalarında.
dilin hafifçe dışarı çıkacak.
benim gözlerim de sulanacak.
ağlayacağım belki.
tek bir damla gözyaşım senin yüzüne düşecek.

tuzlu olduğunu hissedeceksin.
benim tuzlu olduğumu anlayacaksın,
ellerimi ısırırken.

kanlar içinde kalacağız o boktan ofiste.
sekreterin iç çamaşırlarını almadan kaçıp gidecek.
giderken çığlık atacak.

aranacak bir polis olmayacak.
ahlak bekçileri ise görmeyecekler bu şöleni.

sana geleceğim işte.
bir gece.
yarısında değil.
sonunda.

tepeden tırnağa öfkeyle dolu olacağım.
tıka basa hayal kırıklığıyla.
sana geleceğim işte.
bir gece.
yarısında değil.
sonunda.

ruhum delik deşik bir şekilde.
dilim dimağıma yapışık.
tırnaklarım kırık.
yanaklarım çürük.
ayaklarım kesik.
sakallarım eksik.

sana geleceğim.
bir gece.
yarısında değil.
sonunda.

gözlerine bile bakmayacağım belki.
çenemin altından yakalayacaksın.
sol elimle çenemdeki elini söküp,
devam edeceğim,
sonsuz tekrarlarıma.

ölüm bile çare olmayacak bana.
bir çıban gibi sana geleceğim.
irinli bir yara gibi.

sana geleceğim işte.
bir gece.
yarısında değil.
sonunda.

o sonda sen olmayacaksın belki.
ruhum kaldıramadığında bu hiçliği.
patlayacağım ben.
tek bir hücrem kalmayacak.
ben de yok olacağım..

sana geleceğim.
bir gece.
yarısında değil.
sonunda.

sana gelmezsem bir gece.
sen bana gel.
bir gece.
yarısında değil.
sonunda.

ben, sana gelirken de seni bekliyorum zira.
her yüze gözlerimi kırpmadan bakıyorum,
seni görürüm ümidiyle.
her teni sen diye öpüyorum.
her yüze senindir diye dokunuyorum..

bana gel.
bir gece.
yarısında değil.
sonunda..

torunlardan ödünç alınan dünya

"bu dünya bizlere, dedelerimizden miras değil, torunlarımızdan ödünçtür" diyordu o güzel sözde. kimin söylediğini şu an için anımsamıyorum. böyle diyordu ama.

yıllar sonrayı düşünelim bir anlığına. ak sakallı dede ve nine olacağımız günleri.

küçük torunumuza ajdar'lı günler anlatırken, ilk flörtümüzden bahsederken nine'nin itişini canlandıralım gözümüzde.

-peki dede. sizin döneminizde de savaşlar var mıydı?
+vardı tabi. buz gibiydi hem de. soğuk savaş diyorlardı adına. her gün bir aydın öldürülüyordu. ve, hiç kimse üzerine alınmıyordu. şimdi ki gibi biyolojik değildi.
-peki dede. sizin döneminizde de yalancılar, insanları kandıranlar var mıydı?
+olmaz mı? tabiki de vardı. hele ki seçim dönemleri, sokaklarda geçilmezdi onların bayraklarından, broşürlerinden. şimdi en azından internetten kullanılıyor oy. en azından milyonlarca dolar para harcanmıyor seçim kampanyalarına.
-peki dede. sizin döneminizde de tecavüzcüler var mıydı? seri katiller?
+olmaz mı? "keyif için öldürdüm" diyordu seri katiller. çocuk doktorlarının, gizli çocuk pornosu arşivleri çıkıyordu.
-peki dede. sizin döneminizde de saygısızlık var mıydı? konuşanı dinlememek?
+olmaz mı yavrucuğum. herkesin bir gerçeği vardı. şimdi en azından insanlar birbirini dinlemeye çalışıyor. ve, aynı doğrultuda, aynı amaca hizmet ediyor gerçekleri.

susulur bir anlığına. hep kötü tarafı görülmez ya hayat'ın.

-peki dede. sizin döneminizde de güzel filmler var mıydı?
+vardı tabi. uçurtmayı vurmasınlar vardı. gegen die wand. ağlamak için bahane isteyen bizler salya sümük ağlardık bu filmlerde. köprü üstü aşıkları vardı. the dreamers.
-peki dede. sizin döneminizde güzel şarkılar var mıydı?
+vardı tabi. barış manço vardı. erkin koray. moğollar. hayatın fon müziğini onlar yapıyordu. biz yaşıyorduk.
-peki dede. sizin döneminizde de aşk var mıydı?
+aşk hep vardı evlad. savaş'ın ortasında. kavga'nın böğründe. yalan'ların ardında. cinayet nedeniydi bazen. bazen yaşama nedeni. ama hep vardı aşk. ve, inan bana hep varolacak.

26 Kasım 2009 Perşembe

aşktan daha önemli bir işi ya da uğraşı olmak

modern zamanların modern hastalığı. sağlığı yerinde olup da her sabah bir işe gidiyor insanlar. sağlığı yerinde olup sevdiğini veya eşini son bir kez öpmeden bir okula gidiyor insanlar.
aklım almıyor. zihnim yetmiyor. bilincim kilitleniyor. ben kendimi kendi beynime gömüyorum.

bastığım her bir toprak parçasının altında birilerinin ölü olabileceği ihtimali bile midemin bulanması için yeterliyken aşık olduğunu söyleyip de günlük hayata kaldıkları yerden kusursuzca devam edenler kusmama neden oluyor.
ya ben delirmişim haberim yok, ya da benden ayrı hiç kimse bilmiyor sevmeyi. sevilmeyi...
çünkü ben aşık olduğum zaman içerim bir lunaparka dönüşüyor. sadece çocukların girebildiği. ölüm riskinin olmadığı, her oyuncağın ücretsiz olduğu bir lunapark.

nasıl alabilirim o parka başka kişileri ya da başka duyguları? nasıl? alamıyorum. istesem de sokamıyorum. ki hiç istemedim bu yaşıma kadar.
okulumu uzattım bir kadın için. o kadar çok uzattım ki bir sabah koptu. elimde kaldı. sağlığımı kaybettim bir aşk için. bir gülüş için öldüm. ve kendimi hayata gömdüm.
istemediğim bir işte çürütmedim ciğerlerimi. genzime çektiğim oksijen ciğerlerimi dağladığında huzur aldım, seher vakti sevdiğimin kokusunu içime çekerken.

içime çektim hayatı. sevdiğimin göğsüne yüzümü gömüp de burun deliklerimden birisini tıkadım sol elimle. bir kokainman gibi içime çektim kadınımın kokusunu.
sarıldım beline. varlığımı, o meleğin varlığında sonlandırmak için.

sevmekten ötede bir köy olmadı hiç. sevmekten ötede bir şehir. bir kasaba... sevmekten ötesi yoktu. sevmekten ötesi olmadığı için de ben öylece bekledim. sevdim. son nefesimi verene kadar da seveceğim.

hayat bana ne sunarsa sunsun. başımın tacı ederek. tek bir dokunuşa ve tek bir öpüşe şu koca ömrümü verircesine. aşktan daha önemli bir işim ya da uğraşım yok benim.
bir gün öldüğümde mezar taşıma tek bir kelimeyi yazdırmak için;

"aylak."

erken boşalma

***
hayattır.
zira, her ölüm erkendir.

***

hayatın tersten başlaması

tabutla dünyaya gelmeliydi insanlar. kırışık bir yüz. ve solgun hayaller. ak düşmüş saçlarla kutlanmalıydı ilk doğum günü. kişi, doğum günü pastasının üzerindeki mumlara üflerken torunlar alkışlamalıydı.

emekliliğin tadı bir yazlıkta çıkarılmalıydı. on yıl sonra emekli olunmalıydı bir resmi kurumdan. daha sonra hayatın rutini yaşanmalıydı. dolu hayaller ve zinde bir vücut. her sabah tıraş olunmalıydı aynanın karşısında. üniversite yılları başlamadan önce evlilik teklifi yapılmalıydı "başka seçeneğim yok" diye kendini kandırıp hak etmeyen bir kişiye. kabul etmeliydi o da.

üniversiteden mezun olunurken dört yıllık duygular mezuniyet balosunun olduğu gecenin en lacivert anında açıklanmalıydı. öpülmeliydi tüm vücutlar. üniversite yılları başlamalıydı sonra. zihindeki hayallerden kurulu üniversitenin kampüsü ile ilk adımını attığın geniş bahçenin surlarının aynı olmadığı gerçeği ile yüzleşilmeliydi. hayaller kurulmalıydı vize ve final gecelerinde. sınavlara gidilirken toplu taşıma araçlarında herkes derslerde tuttuğu notları okuyup son tekrarları yaparken, kalın defterlerin arasında küçük bir çocuğun tommiks and texas ı ebeveynlerinden gizli okuması gibi arka koltukta insanlardan gizli siddhartha okunmalıydı.

sınav kağıdı boş verilmeliydi asistanlara. anlamsızca bakılmalıydı yüzüne. yüzlerin anlamsızlığı bir sınav çıkışı geniş amfilerde tespit edilmeliydi. son sürat geriye dönüş yaşanmalıydı. nasıl ki ileriye gidişin hızı ayarlanamıyorsa geriye dönüşün de hızı ayarlanamamalıydı.

lise yılları başlamalı, beyaz gömleklerin altına iron maiden tişörtleri giyilmeliydi. geceleri her tür müzik dinlenilmeliydi. arabesk, halk müziği, rock, jazz, alternatif, pop, hip-hop... hiçbiri ifade edememeliydi içteki anlamsız notaları. perdelerin hiçbir türlüsü örtememeliydi aydınlıkları. bir gitardaki veya odadaki. saydam olan perdelerin hepsi duvara vurulduğunda paramparça olmalıydı.

filmler izlenilmeliydi geceler boyu. the usual suspects te kaizer soze ile birlikte son cümle söylenilmeliydi:

"şeytan'ın en büyük hilesi; insanları, asla varolmadığına inandırmaktır."

geri dönüş devam etmeliydi. ileriye akışın önünde tüm bentler nasıl yetersiz kalıyorsa geriye dönüşte de öyle olmalıydı. tanri sorgulanmalıydı her hayal kırıklığında. varlığı veya yokluğu ispatlanamamalıydı. her başarısız aşk girişiminde son durak mastürbasyon olmalıydı. yeterlilik keşfedilmeliydi porno yıldızları sayesinde. adı konulmamalıydı ama; yetememezlik!

bir kıza aşık olunmalıydı liseye başlanılan ilk günde. hikayeler yazılıp çantasına konulmalıydı gizlice. bir oyun kadar eğlenceli gelmeliydi o kız için yazılan hikayeler. betimlemelerden vazgeçilmeliydi karşıdaki genç kızın okuması kolaylaşsın diye.
teneffüste son hikaye kızın çantasına koyulurken lavabodan erken gelmeliydi. ve yakalanılmalıydı. el, çantanın içinde, gözler boşluğa bakmalıydı. genç kız ağzını açtığında gurur duymalıydı evreni yaratan varlık eseriyle. bir sevgi sözcüğü beklenirken genç kız avazı çıktığı kadar bağırmalıydı:

hirsiz!

yıkılıp kalınmalıydı hakaretler karşısında. kelimeler dokunmalıydı ruha. terk edilmeliydi tüm okullar. bahçelerinden içeri bakılıp girilmemeliydi. geri dönüş devam etmeliydi. beden, zihin, hayaller, rüyalar küçüldükçe hayat güzelleşmeliydi. ilkokula gidilmeliydi sonra. mahalle kavgalarında sapanla taş fırlatılmalıydı karşıdaki grubun nezrinde hayata.

ilk cinayeti, bir serçenin ölümü olmalıydı her insanın. serçe gömülürken avuçla kazınılan mezara, ağlanılmalıydı hüngür hüngür. ölüm, görmeyen gözlere dahi doğal görünmeliydi. ilkokul yılları da hızlı geçmeliydi. yalın ayak gezinilen günler başlamalı, fotoğraf albümlerindeki donmuş karelerden ibaret olmalıydı gelecek. her an önceden provası yapılmışçasına yaşanmalıydı. ilk cümle "ekmek" olmalıydı insanoğlunun içindeki açlığın boyutlarını saklamak için. dişler çıkmaya başladığında ısırılmalıydı her şey. okşayan eller. ve ekmek.

emeklenmeliydi, emekli olarak dünyaya gelinen hayatta. sürünerek varılmalıydı her mesafeye. zihin sıfırlandıkça rahatlanmalıydı. kundağa sarılınmalıydı. kendi bedenine zarar vermenin hazzı iki aylık küçük bir bebekken keşfedilmeliydi. tırmalanmalıydı gözlerin altı. ve yüz.

uyunulmalıydı sonra. her an ve her salise. uyuyarak ölüme gidilmeliydi küçük bir çocukken. anne-baba, kişinin ismini ve mesleğini ölmeden seçmeliydi.kişi, anne rahmindeyken mezarı hazırlanmalıydı. müzik kutusu konulmalıydı mezarının tavanına.
anne, doğum sancısı çekerken, kişi, tabutla geldiği bu dünyadan bir orgazm eşliğinde gitmeliydi!

24 Kasım 2009 Salı

uyku

kaç sevdamı sana sattım,
bir acemi pezevenk gibi.
bilemezsin.
kaç ismail'i mi sana kurban ettim.
senin haberin yok.

kaç kez geç kaldı cebrail de,
ben tebliğ edemedim dinimi.
ne söyleyeceğimi şaşırdım.
kaç kez kez çarmıhta bırakıldım ben.
değil göklere çekilmek,
yerin yedi kat dibine geçirildim.

kaç kez, düştüm çöllere,
değil tanrı'yı bulmak,
her şeyi kaybettim.

kendimi.

kaç hayalimi, sana hibe ettim bir bilsen.
kaç planım senin yüzünden,
içerimden kürtajla alındı.

kaç sabah,
gözlerim kan çanağıydı da,
ben o çanaklardan doya doya içtim.

ah bir bilsen.

bilsen de alsan beni koynuna.
cümlelerimi duyma tenezülünde bulunmasan.
suskunluğum manalı gelse sana.
gidişlerimi, gelişe yorsan.

ah bir kereliğine sadece.

bir kereliğine bassan beni göğsüne.
soksan derimi derine.
içine alsan.
kasıklarında dinlensem ben.

kutsasan dilinle.
tatsan tuzlu derimi.
yüzünü ekşitmeden öpsen beni.
gözlerini kaçırmadan baksan bana.

sonra sen de uyusan yanımda.
beraber ninni söylesek geceye.
geceyi uyutmak için..
ve uykuyu..

doyana kadar sevişmek için..

gitme

bestelenecek yeni bir şarkı değil.
şiir ise?
hiç.

gitmek üstüne söylenecek her şey söylenmiş.
gitmek üstüne yazılacak her şey yazılmış.
gitmek üstüne yakılacak tek ağıt ben kalmışım.

yak beni.

ellerim çolak.
ayaklarım kötürüm.
dilim lal.
gözlerim ama.

gitmesen diyorum ama.
gitmesen.
ben gideceğimden değil.

ben öylece duracağım.
hep durduğum gibi.
zihnim yar olacak bana.
ve ben o yardan aşağı atlamayacağım.

gitme.
bırak dünya dönsün.
bırak.
dokunma.

sen sadece,
arada bir yüzünün yönünü değiştir.
seni daha rahat öpmem,
sana doymamacasına dokunmam,
her şeyin sana gelmesi için.

sen sadece güneşe dön yüzünü sevdiğim..


seni düşünmek



ibadetlerim pis bir paçavra gibi,
yüzüme vurulacağı o gün,
tanrı'yla arama giren tek şey,
sen olacaksın.

sevmeyi emreden tanrı'nın,
beni cehenneme göndermesinin ise,
tek nedeni yine sen.

şirklerim sana çıkacak.

ibadetlerim sen kaynaklı olacak.

yokluğunda oruçlara yatacağım.
sana aç,
sana susuz,
sana tuzsuz kalacağım.

yokluğunda namazlara duracağım.
resmini koyacağım secdeme.
yüzüne kapanacağım günde beş bin kez.

yokluğunda hacc vazifemi kusursuz gerçekleştireceğim.
döneceğim varlığının etrafında.
başım dönmeyecek bu ibadetten.

yokluğunda yokluğunun zekatını vereceğim.
malımın değil,
canımın kırkta kırkını.

yokluğunda şahitlik edeceğim.
işaret parmağımı gökyüzüne kaldırıp da,
senin allahın kulu olduğuna,
benimse sana taptığıma..

23 Kasım 2009 Pazartesi

İÇERİ(M)



içerimden,
külliyatlar geçiyor katar katar.

içerimde,
şairler volta atıyor.
birbirine bıçak çekiyor,
yazarlar.

birbiriyle restleştiyor ressamlar.
müzisyenler,
birbirinin arkasından şarkı besteliyor.

içerimde,
kanat çırpmadan uçuyor martılar.
bir güvercin pike yapıyor,
tam değecekken içerimdeki o boşluğun dibine,
son sürat gökyüzüne çıkıyor tekrar.

içerimde,
yıldızlar kayıyor.
ay tutuluyor gözlerimde.

içerimde,
gece-gündüz eşitliği var.
içerimde,
mevsimler kardeş birbiriyle.
kimse kimseye ihanet etmiyor ama.

içerimden annem geçiyor zamansız.
babam koşuyor,
her hangi bir yere.
küçük kız kardeşim,
benden yardım dileniyor.

içerimden,
kanla karışık tutku seronomisi geçiyor.
içerimden,
koca bir hayat geçiyor.
kalbimin ve zihnimin duvarlarını acıtmadan.

içerimden,
ben geçiyorum.
ilk defa canımı acıtmıyorum kendim.
ilk defa varlığım yük olmuyor zihnime.
ilk defa dar gelmiyor, bedenim ruhuma.
ilk defa, tahammül edebiliyorum. aynada gördüğüm yüze.
ilk defa, hak veriyorum herkese. ve her şeye.

vuslat



ne yapar ki,
vuslatı tadan iki sevgili?


dilimde,
hiçbir lügatta karşılığı olmayan hırıltılar.
içerimde ise,
geçmişimin kabuk tutmuş yaralarının kaşıntısı.

ne yapar ki,
vuslatı tadan iki sevgili?

sevişirler mi,
birbirlerinin dudaklarını kanatırcasına?
sarılırlar mı yoksa,
birbirlerinin bedenlerinde kendi varoluşlarını somutlaştırmak için?

ne yapar,
vuslatı tadan iki sevgili?

birbirlerinin yüzlerini okşayıp,
şiir mi okurlar birbirlerine?
birbirlerinin anlattıklarını hatmedip de,
hafızımı olurlar aşk denen dinin?

dilimde,
hiçbir lisanda tadı tarif edilemeyecek küçük bir dil.
geleceğim ise,
o dilin yoğurabileceği her şey.

ne yapar,
vuslatı tadan iki sevgili?

susarlar mı sadece?
susuşları, susuzluklarını dindirir mi?
yoksa,
gülerler mi kahkahalarla?
kahkahaları paralanır mı,
hayat denen yosmanın yüzünde?

ne yapar,
vuslatı tadan iki sevgili?

birbirlerinin bakışları sayesinde,
delinip de geçerler mi içlerinden?
yoksa,
tıkanıp kalırlar mı kendi cümlelerinin altında?

ne yapar,
vuslatla iki sevgili?

etme (mevlana'dan şems'e)

Duydum ki Bizi bırakmaya azmediyorsun, ETME
Başka bir YAR, başka bir DOST 'a meylediyorsun, ETME

Ey ay, felek, harab olmuş, ziyan olmuş senin için
Bizi öyle harab, öyle ziyan ediyorsun, ETME

Ey makamı var ile yokun üstünde olan
Sen varlık sahasını terk ediyorsun, ETME

Sen yüz çevirecek olsan, Ay kapkara olur Gamdan
Sen ayında evini yıkmaya kastediyorsun, ETME

Şekerliğinin içinde zehir olsa dokunmaz bize
Sen zehri şeker, şekeri zehr ediyorsun, ETME

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen, hırsızlık ediyorsun, ETME

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, ETME !

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun ETME !!

22 Kasım 2009 Pazar

askerlik

şafakla mehtapın evliliğinden doğan ömrümün belirli bir bölümünü gönülsüz bir şekilde birilerine hibe etmek.


20 Kasım 2009 Cuma

alışmak

alışıyor insan,
en çok da yokluğa.
varlığa alışmak,
zor oluyor zira.

19 Kasım 2009 Perşembe

bir insana alışmak

benim için çok zor bir durum. o kadar zor ki koca bir ömüre sığabiliyor. sığdı da hatta. daha bu sabah askeri hastaneye gitmek için evden çıktığımda ayaklarımın dibine yığılıp kaldı yaşlı bir amca. kendisine yardım ettiğimde anlattı. kendisi kalp hastasıymış, kalbinde pil varmış, diş hastanesinden geliyormuş, dil altı hapını aldığı için tansiyonu düşmüş..

kendisini en yakın dükkana alıp da sohbet ettiğimizde bir anda ağlamaya başladı. elimde laptop çantam, karşımda yaşlı amca. bir anda ciğerim yandı.
amcam, elindeki dosyayı önümüze koyduğunda dili dönmüyordu. dosyayı açar açmaz sol bacağı kesik bir erkek çocuk gördüm. ta ilkokul yaşlarından başlayıp da koca bir adam olana kadar çekilmiş fotoğrafları olan bir çocuk. ya da adam. farketmiyor.

amcamın oğlunun bacağına cam saplanmış. yanlış müdahale sonucu kesilmiş o bacak. protez takılmış yıllar önce. yeni protez için bir buçuk milyara ihtiyacı var amcamın.
bir tarafta, askeri hastaneye gitme randevuma geç kaldığımı o an orada bulunanların bilmeyişi. zira ben ömrümü varlıklara alıştırmakla meşguldüm. zihnim ve bedenim amcanın yanındayken, onun ağlayışına içerlerken acaba bilinçaltım neredeydi? diğer tarafta ise yaşlı amca?

bir gece öncesinde uykum gelmişti ama. sevmekten uykum gelmişti. yorulmaktan. koşmaktan. yaşamaktan... bir gece öncesinde kendi yaşlılığımı anlatmıştım birisine. deniz kenarındaki tabureye oturup da denize bakacağımı, ve sol elimdeki bastonu tabiatın götüne sokmak için denize fırlatacağım gerçeğini söylemiştim..
bir gece öncesinde yaşlandığımda da acaba aynı acıları mı çekeceğim diye içimin kemirildiğini söylemiştim karşımdakine. bir gece öncesinde günah çıkarmıştım. ağlama duvarım bir kadın olmuştu. tanrıyla aramdaki rahip bir kadın olmuştu, bir gece öncesinde.

yokluklara alışkın ruhumun varlıklara alışmasının çok çok çok zorlu bir eylem, görev olduğundan bahsetmiştim. yaşlı amcamı o mağazada bırakıp da askeri hastaneye giderken.

***

alışıyor insan,
en çok da yokluğa.
varlığa alışmak,
zor oluyor zira.

***

banyoya girerken cep telefonunu yanına almamak

son dönemlerde yaşadığım durum.


bundan yıllar önce, daha cep telefonunun ilk dönemleri. herkeste yok telefon. bir ericson almışım. modelini unuttum şimdi. küçük, açılıp kapananlardan. işte o telefonu bir organım gibi her yere götürüyorum. banyoya, mutfağa, tuvalete...

bu telefonu her yere götürmemin tek nedeni ise sırf birisi beni ararsa, aradığı an ulaşsın. başka bir neden yok. ne bileyim, sevgilimiz bizi ararsa hemen cevap verelim, ya da eski bir dost sesimizi duymak isterse anasonlu kafayla, onu hayal kırıklığına uğratmayalım. ya da acil bir şey olup da, telefon fihristimizdeki her hangi birisi bizden yardım rica eder diye. geldi zaman, geçti zaman. bir gün bir baktım ki, ben banyodayım. ve cep telefonumu yanıma bile almamışım. 7-8 metrekarelik koskoca banyoya almamışım cep telefonumu. bir anlığına içim acıdı. canım yandı çok hafif. zira uyuşmaya başlıyor duygularım. zira uyuşmaya başlıyor zihnim.


daha geçen gün, bir özel hasteneye gittim. bir arkadaşın göz muayenesi için. arkadaşla randevu saatini beklerken iki koltuk arasındaki boşluğa takıldı gözüm. yanımdaki arkadaşa dedim ki; "sonumuz, teknolojik gelişmelerden dolayı olmayacak. sonumuz, küresel ısınmadan dolayı olmayacak. sonumuz, bu sevgisizlikten olacak." arkadaşım gülmeye başladığında aramızdaki boşluğu gösterip ekledim; "düşünsene, bir insan sevdiği kadınla geliyor bu hastaneye. o insan muayene olacak ya da ameliyat, sırf o insana dokunmak istese, arada koca bir boşluk. arada koca bir hiçlik. bu koltukların arasında boşluk bırakan kişiyi dövmek isterdim." arkadaş hala gülümserken son cümlemi söyledim; "selim ışık böyle delirdi işte."



evet, deliriyoruz. ya da ben deliriyorum. bilmiyorum. delirmek sorun değil de, asıl can yakan, bu delirişin kanlı ve canlı tanığı olmak. acı olan bu.

18 Kasım 2009 Çarşamba

zaman

"bazı şeyler zaman alır,
zaman ise her şeyi.."

yaşlanmak

geçenlerde, yaşadığım şehirdeki üniversite öğrencilerinin çıkarmış oldukları aylık bir dergi için yazı gönderdim. açıkçası yazıyı öğrenciler rica ettiler benden. ben de kendilerini kırmak istemedim. bir yazı yazıp da bir arkadaşa gönderdim. o da derginin sorumlularına iletecekti.

iletmiş yazıyı. yazıyı sevmiş derginin sorumluları. ilettiği kişiler artık derginin editörleri midir yoksa maddi finansörleri mi bilmem. bir şekilde sevmişler yazımı. yayınlamaya da karar vermişler. fakat yazının altındaki yaş kısmından sınıfta kalmışım. yaşım 29 olduğu için, yaş sınırının 26 olduğu bu derginin her hangi bir sayısında her hangi bir yazım yayınlanmayacakmış. ne kadar iyi yazarsam yazayım. yazılarımın içeriği ne kadar dolu olursa olsun benim yazdığım hiçbir şey bir mana ifade etmeyecekmiş.

çünkü; onların gözünde yaşlıyım ben. yaşanmışlık doluyum. onlar, kalbi ve duyguları toy bir adam arıyorlar. onlar, heyecanlı bir ergen arıyorlar.
bilmiyorlar oysa, yaşlılık yaşanmışlıktan gelir. benim yaşanmışlığım yok. daha bir kadının sağ elini sımsıkı tutup da yaşadığım şehrin ana caddesinde yürüyemedim ben. daha bir kadının kasıklarına gömülemedim çırılçıplak. daha bir kadının sırtını öpemedim seviştikten sonra. daha bir kadına, ömrümün 29 yılının her hangi bir gününü sonuna kadar sunamadım.

bunu bilemedi o genç yürekler. yorgunluğumu yaşanmışlığa yordular. oysa benim yorgunluğum, yaşanmamışlık kokuyor. leş gibi hem de.

17 Kasım 2009 Salı

utanmak

utanıyorum kendimden,
senden habersiz,
seni hayallerime dahil ettiğim için.

13 Kasım 2009 Cuma

birisini akvaryumdaki balık gibi sevebilmek

zor olan.

"beni akvaryumdaki bir balık gibi sevebilir misin?" diye sormuştu yıllar önce. bileklerini ilk kesişiydi daha. 16 yaşındaydı. aslında, bileklerini kesmezden önce anlamalıydım ruhundaki görünmez prangaları kırmak için çabaladığını. çünkü; bir hafta öncesinde saçlarını maviye boyamıştı.
ana caddede tesadüfen gördüğümde kendisini "can sıkıntısı" demişti. ne menem bir illet olduğunu bilmeden, can sıkıntısının.

kendisine boktan bir espri yapıp, "sıkıcan iyidir. kolay kolay çıkmaz" diyebilirdim. demedim. sadece izledim, o konuşurken yüzününe düşen saçlarını. ince kirpiklerini. ve, küçük-dik burnunu.
hayata dair öğrendiğim her şeyi kusmak istedim kendisine, yanyana yürüyerek gittiğimiz bir dondurmacıda. olmadı. tuttum kendimi. dinledim. o anlattı. anlattıkça açıldı. güldü. esnedi. hapşurdu. "çok yaşa" dedim. bir temenni değildi. onun için duamdi bu. "sen de gör" dedi, sağ elime dokunarak.
gördüm o anda. eli elime değdiğinde. evrenin varoluşunun nedenini. gökyüzündeki tanrı'nın siluetini. ve, yalnızlığını. küçük kız çocuklarının saçlarına takılan kurdelaları. gördüm ben de. her şeyi...

alman usulü hesabımızı ödeyip de dışarı çıktığımızda gözü ilişti karşı kaldırımdaki akvaryumcuya. ve, ön camdaki bebek yüzlülere. "alalım" dedi. "istediğimiz kadar. ikimiz için sen bakarsın." dinledim her zaman ki gibi. gözlerine bakarak. hafiftrn esen rüzgarın onun kokusunu ruhuma sokmasını içime sindirerek.

besledim bebek yüzlüleri günlerce. her sabah yemlerini verdim. sıkılmadan. bıkmadan...

bir sabah ekmek almak için pijamalarımla bakkala gittim. bir ekmek istedim. bir de kısa samsun. ekmeği dünün gazetesine sardı bakkal. hemen gördüm. kırmızı bilekleri. yüzü, bir önceki günün gazetesiyle örtülü bedeni. anladım. anlatamadım ama. sabahın aydınlığında, çöktüm yolun ortasına. yaktım sigaramdan bir dal. bilemeyişime üzüldüm.

o gün bana o soruyu sorduğunda, bilmeliydim. "beni, akvaryumdaki bir balık gibi sevebilecek misin?" diye sorduğunda anlamalıydım, her şeyin sonuna geldiğini. son bir çare olarak da benim sevgimle beslenmeye çalıştığını. doyuramamıştım. ama hiçbir şey yapamazdım ki.

çünkü;

oksijene alerjisi olan bir canlıya ne yapılabilir ki?

"... "

insanların artık mucizelere inanmaması

büyük bir sorun. çok büyük hem de.

varoluşta, aşkta, sevgide hatta kavgada bile onlarca mucize yok mudur?

"... "

çok mu bilimsel her şey? çok mu tutarlı ve pozitif tüm bilimler? kimsenin cevap vermesini beklemiyorum. çünkü; daha sorularımı ardı ardına sıralamadım! çünkü; daha kusmadım içimdekileri. beni rahatsız edenleri! midemi ve beynimi bulandıran her şeyi kusmadım daha!

peki neye inanır insanlar? her akşam tv kanallarında dönen onlarca aptal dizilere mi? ya da tüm haftanın her günü, birbirini aşağı çekmeye çalışan insanların yemin ederek anlattıkları yalanlara mı?

neye inanır insanlar? inançsızım ben! inanacak bir şey istiyorum! tek bir şey! birilerinin bir şeyleri tutup da gözüme sokmasını istiyorum!

tüm, inançsızlıklar silsilesi içerisinde mucizelere inanıyorum ben! çünkü; daha insancıl geliyor onlar! ve, daha çıkarsız!
kızıldeniz'in boydan boya yarıldığına inanıyorum ben! mağaranın örümcek ağı ile kapatıldığına!
ölü birisinin diriltilip tekrar öldürüldüğüne!

bir de aşka inanıyorum!

aşka inanmamanın en büyük trend olduğu bir devirde, inadına inanıyorum! o büyük tarihi şahsiyetin devrim için söyediğini ben aşk'a uyarlayarak bağırıyorum:

"gerçekçiyim, imkansızı istiyorum!"

dilenci kadının çocuğunun yüzündeki kir

bir akşam üzeri kovalanıyorum sokaklarını bilmediğim bir şehirde. ardımda üç-beş delikanlı müsveddesi var. pokerde hile yaptığım için koşuyorlar peşimden. ben ise uzun siyah saçlarımı gözlerimin önünden üfleyerek savurup da koşuyorum. sokaklar kalabalık. akşam üzeri. insanlar iş çıkışı evlerine gidiyorlar.
omuzlardan sarsıyorum herkesi. nefes alışverişim ritmini kaybediyor. midemde yanma oluşuyor. olabildiğince hızlı koşuyorum. amacım; beni takip edenleri boş bir sokağa çekip de sol paçamdaki kelebekle kesmek. aşil tendomlarını birer hamleyle uçurmak.

alabildiğine koşuyorum. genç kızlar önümden çekiliyor. yaşlılar yol veriyor. insanlık, beni benden koruyor. yaşlı bir dostum aklıma geliyor. haksız yere hapis yatıp da 25 yıl sonra dışarı çıkıp, özgürlüğünün ilk gününde gördüğü ilk insanı öldürüp tekrar hapse gönderilen o canlı ve kanlı ironi geliyor aklıma. gülümsüyorum. tek harflik bir tebessüm bu.
sonra annem geliyor aklıma. insan olmamı göremeyen annem. babam geliyor aklıma. bir kereliğine bana güvenmeyen babam. bir kereliğine bana saygı duymayan o et yığını geliyor aklıma. alabildiğine koşuyorum. midemde bir şeyler yukarı doğru yükseliyor. çarptığım bedenler yere düşüyor. arkamdaki delikanlı müsveddelerinin bağırışları yankılanıyor karanlıkta. sokaklarda sadece ben varım.

dünya beni taşıyor. sol elimi paçama atıp da kelebeği çıkarıyorum. olduğum yerde durup geri dönüyorum. yakaladığım ilk genç kızın boğazına kelebeği değdirip bağırıyorum;

"yaklaşırsanız keserim!"

kesebileceğimi biliyor herkes. genç kız da biliyor. yutkunuyor sürekli. ben de yutkunuyorum. karanlı gözleri kör etmek üzere. insanlardan oluşan bir çembere alınıyorum. biliyorum, insanlık ölmeme izin vermeyecek. beni takip edenler kalablıkta kayboluyor. herkes şüpheli gözlerle bakıyor bana. geçmişimi düşünüyorum bir saliseliğine. zihnim; düşüncelerime yetişemiyor.
ben zihnime yetişemiyorum. varlığım bir zamanlama hatasından ibaret olduğu için sadece izliyorum.

karşı kaldırımda bir kadın görüyorum. elleri çatlak. sesi çatlak. ruhu çatlak bir kadın. dizlerinin dibinde bir mendil var. ve bu mendilin yanında sarışın bir çocuk. kıvırcık saçlı. gözleri masmavi. cinsiyetinin ne olduğu belli olmayan dünyalar tatlısı bir çocuk. kilitlenip kalıyorum. göz göze geliyoruz o melekle. elimden kelebek düşüyor. onun ağzından ise naylon emzik.
bakıyoruz birbirimize. ensemde sert bir cisim hissediyorum. geri dönmek istemememe karşın polis jopu olduğunu hissediyorum o maddenin. yıllar önce bir pezevengin kulağına kestiğimde tanışmıştım.

yüzü kirli meleğin gözlerine gömülüyorum bir akşam üzeri. kalabalıklar üzerime geliyor. polis kordonu yetmiyor. aralardan birisi diyor ki;
"allaha küfretti bu dinsiz!"
bir diğeri ekliyor;
"atatürke ana-avrat düz gitti!"
bir diğeri yerinde durmuyor;
"17 aylık bebeğe tecavüz etti bu puşt!"
bir diğeri boş durur mu;
"hayatı yalancı şahitlik yapmakla geçti!"
bir diğeri...;
"..."

yüzümde tekmeler hissediyorum. ağzımda acı bir tat. bedenim yere yığılıyor. isa'dan iki bin yıl sonra, modern bir ülkenin modern bir şehrinde tek suçum pokerde hile yapmakken çarmıha geriliyorum. kalabalıkların isa'sı oluyor küçük bedenim. ve ben, bir dilenci kadının çocuğunun yüzündeki kire gömülüyorum.

mutsuzluktan ölmek üzere olan birisine aşık olmak

suni tenefüstür.

siz tanımazsınız o kadını. ben de tanımazdım. ölmezden önce. size bu satırları araf'tan yazıyorum. cennetin dibinden.
bir gece yarisi sol baldırıma iki bıçak darbesi alıp da ıslak ve karanlık bir sokakta can çekişirken ben, beni hotel odasına götüren o meleği bilmezsiniz.

gözlerinin altı mosmor, elleri çatlak, sigarası her daim yanan, vücudu da yer çekimine karşı koyamamış, duygularını ve iç organlarını bir çok aşkta ya da tek bir aşkta kaybetmiş, ya da hibe etmiş bir melek.
gözlerindeki ışık asla sönmeyen ama. sönmesine izin vermeyen bir kutsallık abidesi.

beni odasındaki yuatağa uzatıp da sol baldırımı pansuman ettiğinde kendine ait kokusunu içime çekerken biliyordum. kendisine aşık olacağımı.
kendisine tapacağımı hissedebiliyordum. bilincim gitmek üzereydi. gözlerim kararıyor. kalbim sıkışıyordu: en son gördüğüm tavandaki aynada, o meleğin sırt dekoltesiydi. sonrası bembeyaz...

kendime geldiğimde hangi gündü? ya da günün hangi saatiydi? güneş ne taraftaydı? bilmiyordum. bildiğim tek şey; sol baldırımda ince bir sızı ve karşımdaki sallanan sandalyede ayak ayak üstüne atıp da sol elinin bileğini hafifçe kırarak sigara içen bir melek.
benden yaşça büyük olmasına karşın benimle aynı hayal kırıklıklarına sahip bir beden. benim gibi iç organları un ufak edilip de tekrar bedenine doldurulmuş bir ruh.

gülümsüyordu. dudaklarını aralayıp konuştu, "aç olduğunu tahmin ettim. 2 gündür sadece sayıkladın. tanıdık bir doktor vardı. onu çağırdım. bacağına dikiş attı. otuz dört dikiş. bir kaç iğne yaptı. bir kaç antibiyotik verdi. sadece uyudun 2 gün boyunca. bir kaç kez ateşin yükseldi. ama uyudun rahatça. sen kıpırdama. ben kahvaltını yatağa getireyim."

masallar gerçek olamazlar. hem hangi masal gerçek ki? hangi gerçekten bir masal üretilebilir ki? ben gerçek miyim ki? masal tadında bir varoluşum olsun.
yutkundum. boğazımdan hayat geçiyordu. karşımda ise bir peri. çiçekli eteği hotel odasının zeminini süpürürken gözlerine bakamıyordum. benim mahkumiyetim gözlerdi. bakarsam eğer esir olacaktım. ve sol yanaktaki gamzeye gömülecektim.

baktım. ve defin işlemleri başladı. aşk, bir cenaze töreniydi!

salisenin binde birlik bir zaman dilimine sığdı bu bakış. anladım. geçmişim olmayacaktı. sadece ve sadece geleceğim olacaktı. gerçek ismimi unuttum. "bulut" dedim kendime. "bulut, bildiğin her şeyi unut."
hava açıktı. kahvaltılıklardan biraz atıştırıp da dışarı çıktık. en yakın parktaki bankta yan yana oturduğumuzda sokuldu yanıma. istediği neydi? bir evlat segisi mi? yoksa bir erkek sevgisi mi? saygısı mı?
peki benim istediğim neydi? bir anne sevgisi mi? gerçek bir kadın mı? dişi mi? bana, erkekliğimi sonuna kadar hissettirecek bir canlı mı?

sol göğsü sağ pazuma değdiğinde rahatlama hissettim bedenimde. kafasını omzuma koyduğunda gözlerini yummuştu. kuş sesleri eşlik ediyordu bu eşsiz manzaraya. ve ben asaleti düşünüyordum. ayrılıklarda, savaşlarda yok sayılan, ortaya konulamayan, mutsuzken bir anlığına anımsanılsa hiçbir şeye kıyılamayacak asalet duygusunu düşünüyordum. bir de annemi. bir de babamı. kendisini bir et yığını olarak varsaydığım canlıyı.

zaman geçiyordu. biz duruyorduk. camdan bir fanusun içerisindeydik. neydi bizi birleştiren. geçmiş mi? gelecek mi? aşk mı? sevgi mi? saygı mı? asalet mi? gurur mu?
hiçbiri.

bizi birleştiren acılarımızdı. yaralarımızdı. o yüzden de ilk önce yaralarımız denk gelmişti. örtüşmüştü. daha sonra da o günün gecesinde, üçüncü sınıf bir hotel odasında bedenlerimiz. tavandaki aynada birbirimize bakıyorduk. oysa yanyanaydık. keşke yanaydık. aşkın ateşiyle.
oysa hiçbir cehennem küle çeviremezdi o an bizi. öylece izliyorduk kendimizi. çırtılçıplaktık. elele tutuşup, tavandaki aynadan kendilerini izleyen iki ruh. iki beden.

sadece baktık. sadece dinledik. bir kere bile dönüp de birbirimize tek bir soru sormadık. birbirimize rastlaşana kadar ne çok acılar çektiğimzden, ne kadar hırpalandığımızdan, insanların kötü olduğundan, hayatın acımasızlığından bahsetmedik.
sadece dinledik. yeterince gürültü vardı evrende. bir de bize gerek yoktu.

saatler ilerledikçe içerisi soğuyordu. o yüzden de bana sırtını döndüğünde o peri, dizlerimi dizlerinin arkasına gömüp, kalçarlarını kapladım. bir elim başının altındayken. diğer elim belindeydi. kafamı boynuna gömüp de kokusunu yuttum. içimde hissettim ilk defa. aşkı, sevgiyi, saygıyı. ve tanrı'yı...

herkesi ve her şeyi içerimde hissettim. bir geceleğine. yüksek dozda aşk alıp da mutlu ölmek için, bu geceki kırmızı şaraplarımıza bilerek zehir koydum. mezarımız, tavanında ayna olan, ve güneşi sabah ilk gören oda olan bu hotel odası olacaktı. ve biz mutlu ölecektik. hepsi bu...

galiba öldük. ve kendimizi hayata gömdük.

12 Kasım 2009 Perşembe

bir ibadetmişçesine sevişmek.

usul usul. acıtmadan. korkutmadan. baştan savma değil. sindire sindire. karşıdakinin tüm bedenini keşfederek. bencilliği bir anlığına beyninden ve ruhundan çıkarıp çok uzağa fırlatıp sadece ve sadece sevdiceğin mutlu olması için.

sevişme duygusunun insanlara bahşedilmiş en asil duygulardan birisi olduğunu sevdiceğe her dokunuşla, her öpüşle, her bakışla anlatabilmek.

bazen gözlerle, dillendirilemeyen sözlerle her şeyi ifade etme yetisi. ruh ile sevileni ruh ile tatmin etmeye çalışmak. çırılçıplak aynı yatakta, yan yana uzanıp karşıdakine dokunmadan durmak bazen de. sadece sarılmak. ruhun ereksiyonunun bedenin ereksiyonundan daha önemli olduğunu kendine ve sevdiceğe ıspat etmek.

yüzü, sevdiceğin ensesine gömüp, beline sarıldıktan sonra kalçalarını kaplamak. yürekleri aynı hizaya getirmek için kaşık pozisyonunda aç-susuz beklemek. kulağına aşk şarkıları söylemek.

bir ibadetmişçesine sevişmek.

günah işlememek için. cennetten kovulmamak için. sevişme duygusunu ibadete çevirmek. zor gibi gözüküp çok kolay olan.
sadece ve sadece kendi bencilliğimizi iki saniyeliğine ertelemek.

gerisi, sevap. gerisi, ibadet. gerisi, sevdiceğin göğsündeki cennet.

11 Kasım 2009 Çarşamba

kalbi kusana kadar ağlamak.

içimden gelip de yapamadığım. bağıra bağıra. aynalara vura vura. paramparça ederek tüm yüzleri. insanların yüzsüzlüklerini. kırarak bana değer veren her şeyi! ve, tüm değer verdiklerimi.
kalplerle sirtaki yaparak! dostlarımı, arkadaşlarımı... hepsini birbiri üzerine koyup tek bir darbe! sonrası?

kalbi kusana kadar ağlamak!

nefesim kesilene kadar. ben ölüp, yeni bir ben doğana kadar. nereye kadar? ölene kadar! öldürülene kadar! ölüm'ü öldürene kadar! tanrı'ya ulaşıp o'nu geçene kadar!
nereye kadar? varlığıma bir neden bulup ötesine geçene kadar! nereye kadar? annemin göğsüne başımı yaslayıp, kırdığım tüm kalpler, işlediğim tüm günahlar, yıktığım tüm hayaller için pişman olana kadar!

kalbi kusana kadar ağlamak!

son insan kırıntılarını da lavaboya gönderip sifona basmak! dalağı patlatırcasına koşmakla ilintili biraz. biraz da kırık hayallerle! alçının anlamının olmadığı kırık hayaller! gerçek ile gerçek'in anlamsızlığı, neyin yalan neyin gerçek olduğunun kestirilemeyişiyle ilgili biraz! biraz da başka bir hayatın varlığı ile ilgili!

kalbi kusana kadar ağlamak!

ya yoksa bir kalp! ya yoksa ilkokul kitaplarındaki, sınıflardaki o kırmızı nesne, ya yoksa göğüs kafesimde? göz pınarlarımdan ruhumu çıkarırcasına kadar ağlamak!

içimden geçen!

beni delik deşik eden! sadece ağlamak!

ama bir başlayabilsem. elimi, geçmiş'in tozlu çekmecelerine attığımda, ağlamak için başlayabileceğim bir an yakalayabilsem, daha kolay olacak her şey!

yok ama!

kalp burada kalacak hep! göğüs kafesimde. bir gün, kalp yetmezliğinden öldüğümde anlaşılacak bir kalbim olduğu. işte o zaman inanacağım aşka!
romeo ve juliet gibi insanların yarısından çoğu beraber intihar ederlerse aşkları uğruna, işte o zaman ben de inanacağım aşka!

kalbimi kusana kadar ağlamaktan vazgeçeceğim belki. yutacağım. hem kalbimi hem de tüm söylediklerimi!

intihar nefs-i müdafaadır.

kendi varlığımı korumak için kendimi binlerce kez öldürdüğüm anlardan biliyorum. tanrı'nın varlığına istinaden, kendi ruhumun bekaretini korumak içindi işlediğim onlarca günah, kırdığım onlarca kalp, çaldığım onlarca rüya...

her birinin tutarlı bir açıklaması vardı elbet. fakat hiç kimse dinlemedi beni. dinlemeye tenezül dahi etmedi. onun için ben de kestim bileklerimi. 17 yaşımda. bir otel odasında, yaşlı bir temizlikçi kadın buldu küvetteki baygın bedenimi. en yakın hastaneye kaldırıldım. 34 dikiş atıldı bileklerime. hayatımı dikmeye çalıştılar. ben yırttım. bir gece kaçtım hastaneden.

banklarda yattım geceler boyu. içtim. her şeyi. alkolü, aşkı, hayatı... sarhoş olamadım ama. onun için, park lambasına, kravatla kendimi astım. 33 yaşımda. cennet yaşımda. medeniyetin yuları dayandıramadı bedenimin ağırlığını. koptu. düştüm karanlık bir köşeye. ağladım o gece. doyana kadar. kalbimi kusana kadar. kusamadım ama. kustuğum kan, midemdeki iç kanamanın kanıymış.

alındım yoğun bakıma. onlarca ilaç yazdılar. bir gece hepsini içtim. yoğunun daha yoğun bakımına girdim. hayatın komasını gördüm. sadece, komasını mı? rutinini. monotonunu. tek düzesini. hızlısını. yavaşını. hayatın her çeşidini gördüm. onun için öldüğümde, "bu dünyada göreceğimi gördüm, beni yüzüstü gömün" diye yazdım tek cümlelik vasiyetime!

intiharın nefsi müdafaa olduğunu anlatmaya çalıştım. geceler boyu. herkese. tanrı bilire. tanrı bilmeze. tanrı'yı arayana. tanrı'yı bulup kaybedene! herkese ve her şeye!

ruhun bekaretinin cinsel bekaretten daha önemli olduğunu anlatmak için kendime tecavüz ettim binlerce kez!

şimdi mi?

ağlıyorum.

hepiniz için!

hepimiz için!

günah için!

günahlarım için!

günahlarınız için!

ağlıyorum!

siz işlemeye devam edin!

yaşıyormuş taklidi yapmak.

iki yüzlülük belki! belki de salaklık! her sabah, kişinin içinden gelmemesine karşın tıraş olup işe gitmesi! ya da bir kadının gelecek müşterilere hoş gözükmek için saatlerce makyaj yapması!
birileri incinmesin, birileri kırılmasın diye, toplum denen en boktan olgudaki birileri huzursuzluk duymasın diye huzur kelimesini sonsuza kadar kendi kelime litaratüreünden çıkarmak!

yaşıyormuş taklidi yapmak!

ismini dahi kendin seçemediğin bir yaşam olgusunda varolmaya çalışmak! bir vergi numaranın olması! kimlik numarasına sahip olmak! dinini, dilini, cinsiyetini, medeni halini, kan gurubunu belirten bir kimliğe sahip olmak!
oysa ki, mutluluk için bileklerini kestiren adamlar tanıdım ben! mutluluk için, dünyayı yakabilecek kişiler gördüm!

yaşıyormuş taklidi yapmak!

zor olan! her gün doğumu başlayıp, insanlar uyuduğunda son verdiğim! beni binlerce kez öldüren! ruhumu paramparça eden! sıkıldığım!

az kaldı ama!

bir sabah, son vereceğim! belki tek kurşunla! belki de inadına yaşayarak! toplumun olan her şeye, topluma karşı hayatımı sürerek! insanlar beni linç etsin diye! içimdeki soyut acıları somut acılarla değiştirmek için!

az kaldı!

çakalların toplandığı bir meydanda bir gün ortaya fırlayıp bu oyuna son vereceğim! sıkıldım taklidden ve taklitçilikten! perde yırtılmalı artık! gerçeğin sert yüzüyle ruhumu tahriş etmeme az kaldı!

yaşıyormuş taklidi yapmak!

bir kişinin kendisine yapabileceği en büyük kötülük!

bir insana tapmak.

sevmek, aşık olmak, o'nu düşünmek değil!

tapmak!

kısa ve net bir ifade! din gibi! günde beş kez tanrı'ya secde eden bir müslümanın günde bin kez o'nun silueti önünde eğilmesi gibi!

bir insana tapmak!

araya hiçbir kişiyi sokmadan! peygamber, rahip... yalın bir his dünyası ile, sadece ve sadece o ile siz arasındaki gizli bir din!
tanrı'sı ve kul'u iki kişiden ibaret dünyanın en kalabalık dini! bazen bu tanrı'nın ve kul'un yeri değişebilir! ve, kimin tanrı kimin kul olduğu o kadar da önemli değildir!

bir insana tapmak!

o'ndan korkmak belki! cehennemi yokluklarında yanmamak için! bazen de o'nunla ısınmak! cenneti güzelliklerini bir dokunuşunda, okşayışında, bakışında hissetmek!
tüm duyguların ve tüm kavramların bir insandaki karşılığını bulabilmek!

bir insana tapmak!

eski yunan inançlarında bahsedilen "tanrılar, birbirini çok seven iki ölümlüyü kıskanır. onun için birleşmelerine izin vermezler" sözünün tutarlığını bilmek!

mutsuz son'a üzülmemek!

bir insana tapmak!

tanrı'nın günah saymadığı, kalbimize koyduğusevgi ve aşk duygusunun en üst boyutu! bir adım ötesi; tanrı ile konuşmak!

bir adım ötesi; mecnun olmak!

hayatı sek içmek.

hiçbir meze olmaksızın. dostsuz, arkadaşsız ve sevgilisiz.

hayatı sek içmek!

çarpılma riskinin çok fazla olmasına karşın buna cesaret edebilmek! hayatı sek içecek kadar büyüdüğünü herkese ıspat edebilmek!

hayatı sek içmek!

hiçbir sevgi sözcüğünü, sıcacık gülüşü, içten bir sarılışı katık etmeksizin bir kadeh ömrünüze!

hayatı sek içmek!

alkolün sarhoş edemediği bünyelerin son çaresi! boğazından aşağı dökülen damlaları elin tersiyle silip inadına güneşe bakmaya çalışmak!

hayatı sek içmek!

sokaklarda bağıra bağıra dolaşmak! her an yolculuğa çıkacak bir insan gibi, zihinde fazla anı biriktirmemek!

hayatı sek içmek!

her şeyi denemek! sigara içmek! aşık olmak! sonra hepsini bırakıp gidebilmek! bağımlılıklardan vazgeçilebildiği tüm insanlığa anlatabilmek!

hayatı sek içmek!

sağlam bir mide ile! kusmadan! başın dönmeden! içindeki tüm pislikleri çöp tenekesine boşaltıp, tekrar tekrar denemek!

hayatı sek içmek!

"bir isteğiniz var mı?" diye, soran barmenlerden tek bir ricada bulunmak:

"bir kadeh hayat getir. lütfen sek olsun."

seni anlıyorum!

bilinen en eski ve en soyluyalandır! soytarılık da diğer tüm kavramlara fark atar! çünkü; kimse, kimseyi anlayamaz!
belki tanıdıktır insanların acıları! hatta gözyaşlarının tadı aynıdır! fakat hiç kimse, hiç kimseyi tam anlamıyla anlayamaz!
güç yetmez buna!
tanrının insanlara bahşettiği beynin kullanım limiti bu eylemin gerçekleşmesi için olanaksızdır!

otobüs durağında bekleyen kişinin içinden geçenleri siz bilemezsiniz! o'nun da sizin içinizden geçenleri bilemeyeceği gibi! ya da parkta oturan yaşlı, tonton bir amcanın her gece üvey kızına tecavüz eden bir ruh hastası olduğunu bilemezsiniz! bilemeyiz! çünkü; bilinen en sağlam zırh insan derisidir! kokusunu salmaz dışarı! belli etmez içindeki kokuşmuşlukları!

seni anlıyorum!

ne büyük bir palavra! hıçkırıklarınız boğazınızda düğümlendiğinde belki de duyulması gereken tek yalan! söyleyen ruhsuzların burunları uzamaz ama! size sarıldığında, kollarının yettiği kadar anlayacağını görürsünüz! çünkü; insan denen düşünen hayvan, kelimelerinin yettiği kadar alçak gönüllü! kollarının yettiği kadar anlayışlı! gözlerinin açıklığı kadar uyanık! hayalleri kadar insandır!

seni anlıyorum!

duyduğunuz an kusmamız gereken bir cümle! parmağımızı boğazımıza sokup tüm pislikleri lağıma göndermek için!
kalpteki pislikleri kusmak için de bu cümlenin duyulması gerekmektedir! insanların yüzlerinin anlamsızlığı işte bu cümleden sonra tasdik edilir!
kıpkızıl bileklerini gözünüze sokup de ağzını açmadan hayat kelimesinden ne anladığını size anlatan, ölmeyi başaramayan insana söylemeyin bu cümleyi! sakın ha! kravatla kendini asıp da öbür tarafa gidemeyen, boğazı mosmor olmuş, emekliliğine 6 ay kalmış devlet memuruna da söylemeyin bu cümleyi!

tanrı'ya küfretmesine neden olursunuz her birinin! evreni yerle bir etmelerine neden olursunuz!
bir de 7. kattan aşağı atlayıp da sadece sol bacağını kırmayı başarıp tanrı^'yla yüz yüze görüşme randevusunu erken bir tarihe almayı başaramayan bana söylemeyin bu cümleyi!
kusarım yüzünüze! kusarım kafanızdan aşağı! şimdi, tekerlekli sandalyede oturuyor olmam farketmez! siz ayakta olsanız bile, ben bu cümleden sonra kafanızdan aşağı kusacak kadar pislik biriktirebilirim içimde! midemde ve kalbimde!

"seni anlıyorum!"

fahişelikten daha eski bir meslek!

her ne kadar "ben hepinizi anlıyorum" diye bağırsam da sakın siz kimseye söylemeyin!

hele ki bana?

asla!

kişinin varlığına nedensizlikten çıldırması.

müzik kültürümün yeni yeni şekillendiği yılların başlarında metallica'yı karanlık odalarda dinlerken annemin çok sonraları haklı çıkacağını bilemezdim ki!

-bir gün çıldıracak!

böyle derdi annem, beni karanlık odamdan çıkarmak için! müziğin sesini biraz olsun kısmam için! ben öyle sanıyordum en azından! meğerse bugünleri görüyormuş annem! varlığıma nedensizlikten çıldırabileceğim günlerin varlığıymış o'nu tedirgin eden.

oldu işte! nihayetinde başarabildim yalnız kalmayı! insanların arasından geçip de hiçbirine değmemeyi! pink floyd dinlerken sessizce ağlamayı! başardım işte bunları! hiçbir şey! akıllı bir varlık olarak dünyaya gelip deli olarak toprağın içine koyulmayı başarabildim nihayet!

bir de altı küsür milyar insanın hepsinin hayata baktığı pencerelerine taş atıp kıran bendim! 17 yaşındaki genç bir kız yakaladı beni! yedi yıl önce! karanlık bir gecede! bedelini istedi! kırmamın! hem hayata baktığı pencerenin hem de kalbini kırmamın bedelini! ödedim! hepsini!
hayatın bedelinin slipine imzamı gözlerim kapalı attım!

sonra, varlığıma bir neden aradım! dinsel, ailevi, geleneksel, post modern! materyalist düşünce ile ya da! hepsini düşündüm! hepsini ameliyat ettim sabahlara kadar! tanrı(m) dedim! bilim dedim, insanlık dedim...

hepsini denedim! hepsini!bol geldi bir kaçı! bir kaçı dar! bir kaçı da yakışmadı! kestim attım bir sabah hayatla olan bağımı! 34 dikiş atıldı bileklerime! onlar diktiler hayatımı! ben yırttım...

varlığıma nedensizlikten işte böyle çıldırdım!

hayata boşalırcasına ağlamak.

titreye titreye! tüm bedenini kasarak! tüm hayal kırıklıklarının ön sevişmeleri uzun olduğu için, dengeyi kaybederek! sana doğru uzatılan tüm peçeteleri geri iterek!
hayatı bir fahişe olarak görüp, derdini dinlemeden, bedelini verip de mutlu olamadıktan sonra gerçekleştirilmesi gereken eylem!
belki de, ktidarsız ruhların, ruhsal ereksiyon olamamaları sonrası bir türlü gerçekleştirmeyi başaramayacakları eylemi başarıp mutluluk gözyaşları dökmeleri!

binlerce doğmayacak hayali gözpınarlarından çıkarıp yok etmek! kondomsuz bakmak her şeye! tüm hayallerin piç olması!
tüm hayallerin piç muamelesi görmesi!

hayata boşalırcasına ağlamak!

bir türlü yapamadığım! bir türlü yapamadığımız! ah bir gerçekleştirebilsem! bir gerçekleştirebilsek! bedenim üzerinde oynanan son oyuna da, sekse de bu şekilde bir son verebilsem işte o zaman gerçek özgürlüğe kavuşacağım!
rüyalarım hariç ama! hala, kim olduğumu bilmiyorum rüyalarımda! hala, tüm dünyayı 7 saniyede gezebiliyorum gözlerim kapalıyken!

hayata boşalırcasına ağlamak!

sıcak bir omuz bulduğum gün gerçekleştireceğim!

bedenin ruha dar gelmesi.

ruh'un küçücük bedene sığamaması! yırtmaya çalışmasına karşın bir şeylerle engellenilmesi! günah-sevap, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi bir çok zıt kavramlarla ruhun yapmak istediklerinin önüne geçilmesi!

tanrı'yı boykot etmeyi çok isteyip de günahla korkutulan bir çocuk gibi sessizce kalmak! dudakları aralamadan avazın çıktığı kadar bağırmak! kulak zarların yırtılırcasına sessizliği dinlemek!

bayram sabahları, şeker toplayan çocukları izlerken balkondan, kimsesiz çocukların varolduğunu anımsayıp eldekiyle yetinememek! tanrı'nın adaletini sorgulamak! her an her salise! günah olduğunu bile bile! yasak olduğunu bile bile!

sonra yırtmak bir gece! kalp üzerine gömülen namluya asılmak! geri tepilmek! hem pompalı tarafından! hem de hayat! acile kaldırılıp hayata döndürülmek! defalarca intihar edip ölmeyi başaramamak!

ruh'a, hakettiği o muhteşem özgürlüğü sunabilmek için her şeyi denemek! aşık olmak! sigara içmek! alkolü yar edip, geceleri şarap şişesiyle uyumak! hepsinin yalan olduğu anlaşıldığındaiçsel yolculuğa çıkıp kaybolmak!

rüyalarda mutlu olmak! sadece rüyalarda! bilinçsizce! kimsesizce! 7 saniyede dünya turuna çıkıp, dünyayı gezmek! ölüm sonrasını düşlemek!ya cehennem yoksa diye içerleyip, şeytan'ın, cennet'in, cehennem'in varolması için birilerine yalvarmak!

tanrı'nın varolması için tanrı'ya yalvarmak! bir tek soru için! sonrasında, tanrı'nın vereceği cevabı duymadan huzurundan ayrılmak için!

"neden bu kadar uğraş?"

hayat tarafından geri tepilmek.

bir silahtır hayat! her babayiğidin harcı değildir kendisini ateşlemek! bunun sonrasında geri tepilmek de vardır! hedefi 12'den vurmak da! bize düşen ateşe edebilme cesaretine sahip olmaktır!

gökyüzüne sıkılmalıdır içerideki onlarca kurşun kadar ağır ukte, hayal, düş... içeride bırakılmamalıdır hiçbiri! yoksa kokarlar! ruhtaki barut kokusundan girilmez içeriye! kimse de gelmez zaten böyle bir bedene!

sürekli hareket halinde olunmalıdır! bunun en iyi yöntemi de yolculuktur! belki çare değildir mutsuzluğa! yine de hareket edilmelidir! çünkü; aynı yerde durduğu sürece nesneler ve insanlar kokmaya başlarlar! leş gibi olurlar! yanlarına yaklaşılmaz!

güneş ışınlarının 8 dakikalık bir gecikme ile dünyaya ulaştığı gerçeği yaşam felsefesine dönüştürülüp, hayat tarafından geri tepilmemek için 8 dakikalık tolerans tanınmalıdır tüm geç kalanlara! geç kalınmışlıklara!

korkulmamalıdır! bir gece, anne-baba uyurken emektar silah, oturma odasındaki duvardan sökülmeli, arka bahçeye gidilmelidir! gökyüzüne sıkılmalıdır kurşunlar! gökyüzünde olduğunu iddaa edeni alnın ortasından vurmak için!

bu eylemden sonra, ister hayat tarafından geri tepinilsin isterseniz silah tarafından, farketmez! cesaret edilebilmiştir! evreni yarattığını iddaa eden vurulmak istenilmiştir! iki kaşının ortasından! hayata başlama vuruşunu yapana "ben burdayım" denilmiştir. kendi lisanımızca!

o ister ölsün! ister ölmesin!o ister olsun! ister olmasın!

tek başarı çeşidi istediğin hayatı yaşamaktır.

evet. budur. birileri istiyor diye tüm akademik kariyerleri elde edip de başarıya ulaştığını sanmak değil. birileri istiyor diye, hiç istemediğin bölümlerde okuyup, istemediğin insanlarla evlenmek, arkadaşlık kurmak değil.
anne, baba, abi, abla, arkadaş, sevgili... farketmeksizin, birileri istiyor diye içinden gelmeyen şeyleri yapmak değildir. madalyalarla dolu bir boyun da başarının timsali değildir.
madalyasız ama hayat karşısında, kendi öz benliği karşısında dimdik duran bir bedene ait, madalyasız boyun daha asil ve daha başarılıdır.

oysa, ne adamlar tanıdım ben. gerçek isimlerini dahi unutmuş olan. sırf, istediği hayati yaşamak uğruna her şeyden vazgeçebilen.
bir aşk uğruna mecnun olankays'ı bilirim ben. istediği hayatı yaşamak uğruna, şu güzelim hayatı kötü yaşarım korkusu ile kafasına sıkıp da öbür tarafı boylayan selim ışık'ı tanırım ben. dean moriarty'i tanırım ben. aynı çağda yaşamadık ama tanırım. bir de dante'yi. cehenneme övgüler yağdıran o muhteşem adamı.

belki siz bilmezsiniz bunları. çünkü, hayat, okullarda öğretilen bir ders değil. ve izlediğiniz o televizyonlardan da daha az renkli değil.
mat ve sistematik bir şey hiç değil. sırf bu yüzden planlarınız burada kalacak, bir gün küt diye öldüğünüzde. bu tarafta. ama siz yine de insan olmanın biraz eksik olmak olduğunu anlayamayacaksınız hiçbir zaman.

ve, bana boşver dediğiniz zaman, boşvermemi istediğiniz şeyin hayat olduğunu da asla ve asla bilemeyeceksiniz!

cehennemi hak etmek.

çok zor değil. sadece istemeniz yeterli. istedikten sonra da o uğurda yaşamalısınız. öyle, tüm büyük günahları işleyerek değil. sadece ve sadece düşünerek de yapabilirsiniz bunu.
öz kızınıza tecavüz etmenize gerek yok. ya da, dünyadaki en pislik insan olmanıza. yalanlar söylemenize gerek yok. ya da alkoliğin birisi olup da o yolda ölmenize.
affediciliği ile gurur duyan tanrı'nın beyninin allak bullak edip, sizi affetmemesi için elinizden geleni ardınıza koymama durumunu birebir idrak etmenizdir.

denedim. oluyor. zor değilmiş sevmeden sevişmek. yalan söylüyor şairler, yazarlar, şarkıcılar, yönetmenler... yalan söylemişler. uyanın insanlık!

yalan söylemiş herkes. yalan söylemiş tanrı! yalan söylüyor!

zor değilmiş sevmeden sevişmek. bir hayvan gibi. duygusuz, hissiz, dilsiz...

hiç zor değilmiş.

yeter ki sizi sırtınızdan vuranları, sizi yarı yolda bırakanları, sizi sevemeyenleri düşleyin. çok kolay oluyor orgazm olmanız.
pişman da olmuyorsunuz sonunda. canınız da acımıyor. rahatlıyorsunuz.milyarlarca kadınla sevişmiş bir erkeği becermek gibi bir duygu hissediyorsunuz.
tüme varıyorsunuz insanlık. tüm oluyorsunuz.

eksiklikleriniz umrunuzda olmuyor. yarım olmanız, sizi rencide etmiyor.

cennetten ümidinizi kesip, cehennemi haketmek için yaşıyorsunuz!

sınavda boş kağıt vermemek için saçmalamak.

yaptım işte ben. üniversitede yaptım hem de. günlerden bir gün, siyasi düşünceler tarihi dersi finali. ben ise her zaman ki gibi kitabın kapağına dahi bakmamışım. kitabım yok çünkü. king partilerinde hep yenildiğim için kitap parasını marlboro'ya yatırmışım.
gözlerim kan çanağı. pazar sabahı, sınav 8'de. lan harbiden, pazar sabahı, 8'de sınav yapan zihniyete sokayım ben. bu ne aymazlık ve salaklıktır arkadaş. fen-edebiyat fakültelerinde hep olur bu. birileri de adam gibi itiraz edemez bu duruma.

neyse işte. geldi sınav gecesi. kurulmuş dörtlü. king oynuyoruz. sabah sınav var ama. kimin umrunda sınav? hiç kimsenin. oynadıkça oynuyoruz. diğer arkadaşlar sınıf öğretmenliği bölümünde okudukları için yata yata ders geçiyorlar. hiçbir zaman bunu kabul etmeseler de.
oyundan sıkılıp da (aslında, diğer arkadaşlar sıkıldı. yenilen pehlivan güreşe doymaz) yatmaya gittiklerinde, ben hemen cine5'i açıp, gözlerimi kıstım.
reciver'a bakıyorum. hangi yavşak adam, hangi ibne böyle bakıldığında şifre çözülüyor demiş ve benim aklımı çelmişse. ben de öyle bakıyorum mal mal. karartılar var sadece.

güç bela bir mastürbasyon yapıp da yatağa uzandığımda dışarıda sabah ezanının sesleri geliyor. ben kafayı yastığa koyduğum an uyuyorum. saati kurmuşum 6 buçuğa. alarm çaldıkça bi beş dakka diye diye tamı tamına 1 saat daha yiyorum. sınava 10 dakka kala evden çıktığımda dolmuşa binmem tam saat 8'e denk geliyor. allah'tan cep telefonum yanımda. sabahın o saatinde beni arayan hocam. sınavın hocası.
"olum nerede kaldın?" diyor (yalan söyleyen yavşak olsun) "sınava geç kaldın."
"hocam" diyorum sessizce. dolmuştaki diğer işçileri ve öğrencileri ürkütmemek için. "dolmuştayım. geliyorum."

millet, bön bön bana bakıyor. ben de millete. fakültenin önünde inip de sınavın olduğu sınıfa yürüyorum. güç bela bir sıra buluyorlar bana. asistanların salak bakışları eşliğinde en öne oturup, yüzümü sınıfa dönüyorum. kendimi zor tutuyorum. her an gülebilirim milletin haline.
önümdeki kağıda baktığımda irkiliyorum. öyle bir sorular var ki, nerene sokarsan sok yarısı dışarıda kalır.
varın, siz anlamaya çalışın zorluk seviyesini.

sağa bakıyorum bir şey gelmiyor aklıma. sola bakıyorum bir şey gelmiyor aklıma. nihayetinde, kendi kendime diyorum ki, "lan o ki bu saatte sınava geldik. bari bir şeyler yazalım."

soru 1'den başlıyorum. 3 soru sormuş profesör.

"ben" diyorum. "bir sonbahar gecesi dünyaya gelmişim. annem aslında aldıracakmış beni. kıyamamaış işte. aslında, kıymış da, hamileliğinin ilerleyen ayları olduğu için kürtaj riskliymiş. aldıramamış beni. sonra, dünyaya gelmişim ben. yıl 1980. ülkemde, herkes birbirine girmiş. neyi paylaşlamıyorlar belli değil. dayım polis o zamanlar. bir gece vurulmuş dayım. kimin vurduğu belli değil. birisi diyor ülkücüler. diğeri diyor aşırı solcular. birisi de diyor ki, "eski bi yavuklusu vardı o'nun. yavuklusunun eski dostu vurmuştur kesin."
annem duymuyor söylenenleri. benim beşiğimi sallıyor. ve beni ağlayarak büyütüyor. gözyaşaları ile. ninni söylemiyor annem bana. hikayeler anlatmıyor. ağıtlarla büyütüyor.

sonra, bir sabah emeklemeye başlıyorum ben. aylarca süren gaz çıkarma operasyonları ve altıma sıçmalarımın sonunda emekliyorum. ve ilk adımım. bir sabah atıyorum ilk adımımı. ve ilk cümlem. "ekmek" oluyor.
sonra, ilkokuldaki ilk günüm. ağlaya sızlaya gidişim. ve eve dönmemek için, serap öğretmenime yalvarışım. sonrasında, kravatı takıp da ortokula gidişim. sonra, bir gece, rüyamda orgazm olmam. cinsellikle tesadüfen tanışmam. ve, masumiyetimi kaybedişim.

lisenin ilk günü. ve, ilk aşkım. o meleği görüyorum okulun bahçesinde. saçları güneş gibi. gözleri gökyüzü. dudakları ateş. teni toprak. tabiatın 4 ana elementi bir insan vücudunda.
seviyorum kendisini. şiirler yazıyorum coğrafya defterime. hikayeler yazıyorum. bıyıklarım yeni terlemiş. ayakkabılarımın arkasına basıyorum.
ve ilk kavgam. o melek için. ağzım, burnum kırılıyor. eve gelmiyorum iki gün. ilk kez babamla tartışmam. ve ilk gözyaşım.
o meleğin babasının tayini başka ile çıkıyor.

günler günleri, aylar ayları kovalıyor. bitiyor lise. üniversiteyi kazanıyorum. hayatımın en büyük hayal kırıklığı, okulun amfisi oluyor. ve sınıflardaki pencerelerin azlığı. midem bulanıyor. uykusuz ve aşırı nikotinli geceler sonum olmaya yaklaşıyor.
ailemle aram kötü. annemi aramayalı 5 ay oluyor. babamla küsüm. nedeni ne bilmiyorum. ve ben bir sabah, hem de pazar sabahı, bir gece önce king'de kaybetmişken, siyasi düşünceler tarihi dersinin final sınavında, bir tarih bölümü öğrencisi olarak sınav kağıdımdaki soruların karşısına son cümlemi koyuyorum.

"tarih; benim, yaşlanıyorum."

birbirimizi yaralarımızdan tanıdık.

tanişmamizin hikayesi. ve ayriliğimizin.

başarısız intihar girişimlerimin birinin arefesinde görmüştüm seni. park lambasına kravatımla kendimi asmayı başaramazken, karanlık bir köşeden ağlama sesin geliyordu.
bir bebek sesi gibiydi. hiç klimseyi üzmeyecek kadar naif, hiç kimsenin duyamayacağı kadar hassastı. yaklaştım yanına. acıyan boynumu sol elimle ovup, az önce kendimi asamadığım için kendime kızgınlığım tavan yapmışken, bu başarısızlıklarla nereye kadar gideceğimi bilemeden, oturdum yanına.

hıçkırıklarına ara veremiyordun. ağladıkça ağlıyor, başkalarının duyabileceği bir desibele çıkarıyordun ses tonunu. bir anlık gafletle, yanına oturup, yüzünü gizleyen saçlarını kulağının arkasına attım. işte o an, beni göğsümden itip, bağırdın:
"defol serseriiiii!"

gecenin karanlığında yankılandı sesin. birileri balkonlardan, pencerelerden sarkıp, bulunduğumuz köşeye bakmadan susturmalıydım seni. omuzlarından yakalayıp, gözlerinin en dibine baktım. geleceğimi gördüm işte o an. hayatımın gerisinin o geceden sonra başlayacağını. hayatımın öncesinin olmadığını. hayatımın hayat olması gerektiğini, işte o an anladım.
baş parmaklarım ile gözyaşalarını silip, kafanı göğsüme yaslamanı sağladım. hıçkırıkların devam ediyordu. neye bu kadar kızgındın, bilmiyorum. bir anda kendini geri çekip, ağlaya ağlaya anlatmaya başladın.
anlattıkça açıldın. açıldıkça anlattın. arada bir, elinle bana vurup, "anlatsana" dedin, "en güzel hikayeni."

yutkundum. nefesim kesildi. hayatım boyunca her yerde anlatacağım o muhteşem hikayenin şimdi başladığını söyleseydim sana, inanacak mıydın? sanmıyorum. sustum. suskunluklarım bağırışım oldu. gecenin karanlığında yankılandı. yorulduk. yoruldun. gece ilerliyordu. zaman, geleceğe düşüyordu. iki adım ötedeki tekel bayiine koşup şarap getirdim. bize içtik. bir sen çekiyordun şarap şişesinden. bir de ben.
arada bir, soruyordun, "seni nereden tanıyorum?" diye. tanımıyordun beni. ilk kez görüyordun. fakat, ben seni tanıyordum. acılarından. onun içindir ki ilk önce yaralarımız denkleşmişti seninle. daha sonra anılarımız. en nihayetinde de dudaklarımız.

içtik kana kana aşk şarabından. günahtı tüm güzellikler. tanrı'ya kafa tuttuk. güldük. kahkahalarla. veda vakti geldi. kalktık. aynı anda. uzun siyah pardesünün arkasına silmene yardımcı olurken ben, sol elime bilerek vurdun. göz göze geldik. gülüyordun.
8 adım attık yan yana. saydım. karşı kaldırımdaki ticari taksiye bindirip, geceye emanet edecektim seni.
ilk önce sola baktım. solağım ben. sonra sağa. sen de bana bakiyordun. sağdaydim ben. sola baktiğin an, uçurdu bedenini, bir yük kamyonu. alip götürdü seni benden.

gerçek olamayacak kadar ütopik olan seni, aldi götürdü.

kaldim öylece.

hikayelerim, o geceden beri piç!

ve ben hala susuyorum.

çünkü; anlatacak bir şeyim yok!

intihar etmeden önce gıcık olunan herkesi öldürmek.

bir gün intihar edecek olursam yapacağım eylem. uyuz olduğum, iki yüzlü olduğunu iyi bildiğim, bencilce davranan, evrensel çıkarları kişisel çıkarlarının ardında bırakan, tecavüzcüleri, puştları, itleri, g.ötleri, yavşakları, öz kızına cinsel tacizde bulunanları, yalancıları, hem ruhunu hem de bedenini üç kuruşa satan orospuları, türkler hakkında hiçbir bok bilmeyip de atıp tutan almanları, cezayir ve afrikayla ilgili planlar yapan fransızları, üçüncü dünya ülkeleri hakkında ahkam kesen gelişmiş olan ülkeleri, g8 adı altında dünyanın despot liderlerini, barbekü partilerinde dünyanın geleceğini tayin eden modern olduğunu sanan ülkeleri, dünyanın altını kazısan, ilk karışta karşıma çıkacak olan "made in usa" yazısının sahibi olan o ülkeyi, cezaevlerine düşmeyip de hala dışarıda gariplerin, yetimlerin ve mazlumların hakkını yiyenleri, ölmeden önce bir kez olsun ölümü ve tanrı'yı düşlemeyenleri, "hiçbir şeye inanmıyorum" adı altında kendisini pazarlayanları, dünya döndüğü için güneşin batmadığını hissedemeyip yalan yanlış duygu istismarı ile bir yerlere gelmeyi düşünenleri, her insana farklı muamelede bulunanları, devlet dairelerindeki işlerine üç kağıtçılık karıştıranları, rüşvet alan makam sahiplerini, dokunulmazlıklarının ardına saklanan milletvekillerini, köşelerinden hayatı anlatmaya çalışan köşe yazarlarını, birileri de kendileri gibi mutsuz ve ümitsiz olsun isteyen romancıları, edebiyatçıları, şarkı sözü yazarlarını, bestecileri, aşkı şişirip de önümüze sunan, yaşamaya geldiğimizde geri çekilen tüm insancıkları, anne ve babasını reddeden tüm ibneleri ve orospu döllerini, sonradan cinsiyet değiştiren götoşları, bu dünyanın temelinin kokmasına katkı sağlayan tüm canlıları, zorla çiftleşmeyen pandaları, tembelliği yüzünden nam salan koalaları, hiçbir zaman evcilleşmeyen kurtları, ateş çemberlerinin içerisinden, bir şekerlemeye sebep atlayan aslanları, binbir şebeklik yapan maymunları, karşı cinsi etkilemek için götünü yırtanları, tüm bunları bir kez olsun aklından ve zihnindsen geçirmeyip de hala ve hala bu yaşama dört elle sarılan tüm mahlukatları, duyguları ve düşünceleri de öldürmek isteyip de, hatta öldürüp de kendimi öldüreceğim zaman haklılığımı kanıtlayacağım eylem.

şimdi yapamam ama. ne zamanım yeter. ne de gücüm. tüm kokuşmuşluklarınızla yaşamaya devam edin siz!

gökyüzüne "orospu çocukları" diye haykırmak.

muhatabı kim olursa olsun, kim üzerine alınırsa alınsın, umrumda olmadan yapmayı istediğim ve yaptığım eylem. sesim yettiğince, yüreğim ve bileğim döndüğünce bağırdığımda geri çekildi insanlık. inine çekildi insanlar. çıkarsız bir şeyler yapmayı unutmuş olan insanlığın yüzündeki maske düştü. insanlık üryan oldu. gökyüzüne diktim kafamı. sarhoş değildim. ki, alkolü bırakalı yıllar oldu. artık hayatı sek içiyorum. içime çektiğim oksijen genzimi yakıyor. alkol yoktu kanımda. beynim atom reaktörü gibi çalışıyordu. insanların hırsları ve şehvetleri karşısında çaresiz hissetmiştim kendimi. insanlara bakıp da insan olduğum için kendimden utandığımda yapmıştım. yapmasaydım bunu. kafamı gökyüzüne dikip de nefesim yettiğince "orooooospuuuuu çocuklarııııııı!..." diye bağırmasaydım, seri katil olurdum.
ben kolayı seçtim. kaptığım gibi mahallemizdeki kasabın emektar satırını, ilk başta kasaptan başlayıp tüm insanlığı keserdim. böylesi daha iyi. böylesi daha umarsız.

çünkü; çocuklar ve yaşlı insanlar var hala dünya üzerinde. yoksa, kıyameti çok erken bir tarihe almam fazla zor değil. dünyanın temeline dinamit döşeyip de havaya uçurmam zor değil. düşünerek, düşleyerek, sorgulayıp da cevaplar bularak/bulamayarak tüm bunları başarmak hiç de zor değil.
çocuklar ve yaşlı insanlar var yeryüzünde. kıyamam onlara. canım acır. harakiri yapmak gibi bir şey olur, dünyanın üzerinde yaşlı insanlar ve küçük, masum çocuklar varken temeline dinamit döşeyip de havaya uçurmak. benim intiharım olur bu. yapmam. yapamam. anca, kafamı gökyüzüne dikip bağırırım ben.

her şehirde, her ortamda, canım her sıkıldığında. birlerinin tepkisini merak etmeden. linç olmaktan çekinmeyip. çünkü, üzerine alinan yok. orospuluğu kendine yakıştıran yok. ve orospu çocukluğunu. herkes mutlu ve mesut yuvalarinda. herkes mutlu ve mesut hayatini yaşiyor. herkes...

oysa, bir kere daha bağiriyorum:

"orooooossssspuuuuu çocukkkkklaaaariiiiii!..."

hiç dokunmadan aşık olunan kişiye bkamak.

hiç dokunmadan. nefis terbiye eden keşişlere inat. nefislerini aç-susuz bırakıp terbiye eden müritlere inat. nefis terbiyesi için değil. aşk uğruna denenmesi gereken. her daim denemekten mutlu olacağım, huzur bulacağım eylem.
insan olmanın son limitini sınamak adına da değil. şehvetin son sınırını sınamak adına da değil. hiçbir insani duygu ve kavramı sınamak adına değil.

ilahi bir kavramı tatma adına. ilahi, bir kavram olan aşk'ı hissetme adına denenmesi gereken. sadece ve sadece tanrı'nın siluetini görme adına denenmesi gereken. günlerce, gecelerce aç-sususz bekleyip de yapılması gereken.
"nerede ama?" demeyin hemen. kendi mutsuzluklarınızı yıkmayın başkalarının mutlulukları üzerine. çünkü; her yerde var o kutsal ve ilahi duygu.
her yerde. gözlerinizi açın insanlık. ben delirdim aşk diye diye. meczup oldum. aşk meczubuyum. ellerimde ayetlerim. linç edilmeyi bekliyorum.

aklınız sizin olsun insanlık. ben delirdim. delirmemek için çabaladığımdan delirdim. kötü bir şey değil. korkmayın. ve ürkmeyin. saatlerce, sevdiceğime dokunmadan bakabiliyorum. iktidarsız da değilim. hem ruhum hem de hayvani tüm duygularım doruk noktasında. dizginleyebiliyorum içimdeki o hoyrat aygırı. nefsimi.

hepsi bu.

delirin.

delirmek kötü bir şey değil!

besmele(m).

her şeye adınla başlıyorum.

10 Kasım 2009 Salı

biz bazen devrim yaparız bazense çocuk (che'ye ithafen)

her ada'da doğan ve deniz rüzgarına bulanan yalnız erkek çocuk gibi onun da ruhunda çekip gitme sevdaları vardı.
27 yaşındayken 82 kankardeşiyle batista'nın canına okuduğunda denizin kokusuydu mutlaka ona güç veren.
sen che, hekimlikle vatanseverlik arasında bocalarken, bolivya ormanlarında susuzluktan sidiğini içerken, sevgilin tania' nın ihanetiyle tuzağa düşüp ölürken de duymuşsundur mutlaka deniz kokusunu. yoksa gülümseyen bir cesedin olmazdı. olamazdı.

siyah berenin üzerine yerleştirdiğin parlak metalden ufacık yıldızını, üzerine dövüştüğün yerlerin adlarını kazıdığın piponu, sık bastıran astım krizlerin yüzünden silahın gibi yanında taşıdığın solunum aletini, uğruna canını verdiğin kübalı çıplak ayaklı çocukların bir isa tablosuna benzettiği son fotoğrafını ve kanlar içindeki gömleğini gördüm. ancak o zaman bir film kahramanı değil bir insan olduğunu anlayabildim. ve durmadım. yakalandığında üzerinde bulunan kitabın, ekmek torbasının, haritalarının, günlüğünün, şiirlerinin peşine düştüm.

şimdi resminin basılı olduğu pesolar sayesinde o çıplak ayaklı çocuklar para kazanıyorlar. hani fidel'e yazdığın mektupta; "burada en parlak umutlarımı ve beni oğlu gibi sevmiş bir halkı bırakıyorum" diye bahsettiğin çocuklar.

adının anlamının nereden geldiğini biliyorum artık. raul ve fidel sana, hep heyecanlı ve gitmek üzere olan bir adam olduğundan bir şeyler anlatmakta zorlanıyorlardı. ve sana "che" diye sesleniyorlardı.

yani; "hey dinle!"

şimdi ben sana haykırıyorum ve oradan bana söylemek istediğin her şeyi de duyuyorum. belki gerçek bir aşka yakalansaydın gerek kalmazdı bunlara. batista bile aşkı tanımadığı için diktatör olmadı mı sence?
hey che; "dinle beni!"

onların silahları varsa biz daha kalabalığız demiştin.. ben sana diyorum ki, bizim bir de aşkımız var. biz serseriliği ilk aşkımızı yaşadığımız o ada sahillerinde kazıdık içimize. bu yüzden bazen devrim, bazen çocuk yaparız. sonunda hep ölürüz.

9 Kasım 2009 Pazartesi

buluntu

bugün okuduğum günlük bir gazetenin ödüllü fotoğraf bölümünde bir yaşam destek ünitesine bağlı çocuğun göğsünde yazan yazı:

"buluntu."

bir tarafta çocuk yapmak için yırtınan milyarlarca insan diğer tarafta ise "buluntu" adındaki bu çocuk.

çok şey söylemek var şimdi. anlayan olmayacağı için susmak en güzeli.

anlamak ve sevmek

Anladığım hiçbir şeyi sevemedim ben. Tanrı’yı, hayatı, insanları, filmleri, şarkıları, kitapları… Hiçbirini sevemedim. Bir aşkı anlayamadım. Belki de ondandır bunca uğraşım. Bunca mücadelem. Ve bunca çabalayışım. İlk sevişmemde canım yanmıştı benim. İlk öpücüğümde hüngür hüngür ağlamıştım. İlk “seni seviyorum” cümlesini duyduğum an öfkelenip “bu kadar iyi olamazsın?” dedikten sonra bir tokat atmıştım kendime. Koşmuştum sahilde. İlk aşkım arkamdan bağırmıştı;

“nereye?”

Donup kalmıştım sonra. Ellerimi dizlerime koyup öksürmüştüm. Nefesim açılsın diye deniz suyundan içmiştim. Tekrarlamıştı ilk aşkım;

“nereye?”

Tekrar koşmuştum. Soruları sevememiştim hiçbir zaman. Nefesim ritmine kavuştuğunda geri bakıp hiç kimseyi görememiştim. Hayatların sonlarını gördüğüm an “bu filmi önceden izlemiştim” demiştim. fakat Sonları değiştirmek için çabalamadım hiçbir zaman. Anladığım hiçbir şeyi ise asla sevemedim ben... sevmedim...

hayat ve hız

Hızlı yaşadım ben hayatı. Sulardan atlayıp köprülerden geçtim. Şarkı isimlerini isim olarak seçmek istedim. Vazgeçtim.
Kitaplar okudum yıllarca. Hepsinin sonu aynı olduğunda kendim yazdım hikayemi. Hayaller kurdum. Bir hikayeyle ben de salya sümük ağladım. Hiçbirisini inandırıcı gelmedi bana. Ne zaman ki hayatın içine girdim "Hepsi gerçek" dedim. "Hepsi gerçek!"
Yazılan kitaplar, çalınan şarkılar, çekilen filmler. Hepsi gerçek. Yalanı aradım bu kez. "Yalan ne?" dedim körpe beynimi yorarken. Fazla zorlanmadım yalanı bulmakta. Gözlerimi açmam yetti. Embriyo olarak kalmak için neler verebileceğimi düşündüm.
"Neler verebilirim?" sorusunun cevabı kısa oldu. "Her şey!"
‘Her şey’in ne olduğu merak ettiğimde yalan çıktı önüme. İşte o zaman oturup bekledim. bildiğim her şeyi anlatmaya başladım. herkese. Her şeyi. Yani yalanı. Bir dünya kurdum kendimce. Aslında o dünya hep vardı. Ben tekrar keşfettim. ‘Atlantis’ten daha değerliydi. O dünyayı bulduğum gün ben yok oldum. Kayıbım şu an. Aranıyorum!

lades

bir lades tutuşmuşum varlığınla,
senden habersiz.

ak-lım-da-sın...

ismin önündeki nokta

telefon rehberimdeki ilk isim sen olasın diye isminin başına nokta koyduğumdan beri biten hiçbir şeyin sonuna nokta koymuyorum. noktalarım, isminin başında gitti. ve ben, finali olmayan, sonuna konulacak bir nokta bulunmayan bir bitişteyim. bitişim.