29 Nisan 2011 Cuma

Hayatta hiçbir sike yaramayan insan

vakti zamanında bir adam tanımıştım. hayatta her bir boku denemiş bir adam. ta boynundan ayak tabanlarına kadar her yerine jilet atıp vücuduna picasso tablolarına benzer şekiller çizen bir manyak.
gerçek bir manyak ama. bir kaç kez aynı içki muhabbetinde bulunmuştuk. gece en kral muhabbet çevirdiğim bu adam sabah olduğunda görmüyordu bile beni.
hatta hiç unutmam bir gece erkek erkeğe içki sofrasında bu zom olmuş, biz de kendisini annesiyle beraber yaşadığı eve arabayla bırakıp, annesinin kendisinin boynuna sarılıp ağlayışını dinlemiştik.

o gece üzülmüştüm ona. yalan yok. gerçek bir üzüntü ama. ne bileyim işte, özünde iyi gelmişti o adam bana. her ne kadar ben o zamanlar üniversite öğrencisi, o ise ilkokul terk bir eleman olmasına rağmen iyi anlaşmıştık. o bana hitap ederken "hocam" demiş ben de ona "kardeşim" demiştim.
düşüncede doğruydu bu hitap şekillerimiz. çünkü ben o ara öğretmen olmayı düşünüyordum. ben değil de annem düşünüyordu açıkçası. ben bir kere bile memur olmayı düşünmedim ki amına koyim.
o ise kardeşti işte. rakı kadehini kadehime değdirirken, gece evine bıraktığımız zaman koluma girip ilk hayal kırıklığından bahsederken, kardeşti işte. kardeşimdi.

bu adam işte, bir gün elini ayağını çekti bu tarz illegal mevzulardan. kendisi hakkında torbacılık yaptığı iddiaları dönüyordu ortalıkta. tabii kimsenin yüzüne söyleyecek cesareti yoktu. boynunda façalar olan bir adama kim ne diyebilir ki.
işte bıraktı bu illegal yolları. içkiye tövbe etti, esrar çekermiş, vazgeçti. vazgeçmiş ya da. bilmiyorum. bir gün kendisini bir berberde gördüm. dinden-imandan bahsediyordu. menzil diye bir yerden. oradaki manevi liderden. 
ben sakal tıraşı olmak için gitmiştim o ise gazetelerin sadece spor sayfasına bakıp transit geçiyordu. arada bir de arka kapak güzellerine. ben ne desem kendisine o cümlesine allah'la başlayıp inşallahla bitiriyordu.

o ara başka bir genç daha vardı ortamda. denizli'nin en zenginlerinden birinin piçi. yanlış hatırlamıyorsam forbes dergisinin yaşadığımız yüzyılın en girişimci genç işadamı adaylarından bir lavuk.
babasının sırtından ortam yapan, babasının parasının gölgesini kendi gölgesi sanan bir it. işte bu eleman da o berber salonundaydı. karşımda hayatta hiçbir sike yaramamış bir deli, yan koltukta ise tıraş olup belki de o akşam en kral arabayla en kral karıları sikecek bu yavşak.

konu futbol ve siyasetten sonra hayatta bir sike yarayıp yaramama konusuna geldiğinde düşünceler havada birbirini boğazlamaya başladı. her ağızdan bir ses çıkıyor. aslında kimsenin kimseyi dinlediği yok. mevzu sadece üstün gelmek ve üstünlüğünün kabul ettirmek.
bizim delinin sikinde değil diğer hırbonun parası pulu. 
o hırbo gezdiği avrupa ülkelerinden bahsederken bizimkisi yıllar önce bir bakkalın dışarıdaki ekmek dolabından ekmek çalıp ertesi gün bu mevzuyu vicdan yapıp parasını bir gün rötarlı olarak o dolaba koymasından bahsediyordu.
bizim hırbo japon karıların amının yatay olma zırvalığından bahsederken bizim deli içki içtiği yıllarda şarabın yanında en iyi giden mezenin beyaz leblebi olduğundan bahsediyordu.

herkes konuşuyordu bir şeylerden işte. o ara içeri başka birisi daha düştü. hayatta gerçek anlamda hiçbir sike yaramayan gördüğüm tek örnek. ne allaha ne de kula yaramış bir tip.
tabii bir insanın bir sike yarayıp yaramaması önemli mi bilmem de en azından kendine faydası olmalı diye düşünüyorum.

konu tekrar siyasetten sonra dine ve hayata geldiğinde içeri en son düşen o genç sorulan her soruya "hayır" cevabını veriyordu. sorular, tüm hayatını kapsıyordu. sadece şimdiki yaşantısını değil.

-içki içiyor musun?
+hayır.
-karı-kız var mı?
+hayır.
-namaz?
+hayır.
-oruç?
+hayır.
-en son ne zaman tiyatroya ya da sinemaya gittin?
+hiç gitmedim.
-en son izlediğin film, okuduğun kitap?
+film izlemem, kitap okumam.

tüm sorulara aldığımız hayıurlardan sonra aklımda kalan ve hiç unutmadığım şey baba parası yiyen o hırboyla kendini façalarla süsleyen o delinin aynı anda çocuğu konuşarak dövmeye çalışması.
demek ki dedim o gün, kayıtsızlık ve hiçbir sike yaramamak toplumun hangi kesiminden olursa olsun insanların kanına dokunuyor.

şimdi peki? yaşadığımız devirde? internet denen deccalin herkesi ve her şeyi esir aldığı şu çağda peki? her yer bir sike yaramayan insanlarla doluyken peki? nedir bunun hükmü? bir tarafta annesinin dokuz ay rahminde, babasının ise bir ömür sırıtnda taşıdığı o züppe adam, diğer tarafta ise can sıkıntısından kendi bedenini paramparça eden o manyak ve en nihayetinde hayatı sıfır noktasında yaşayan o adam.
hangisiyiz? hangisi olabildik? cevap vereyim, hiçbiri. ya da hepsinin karışımı. bu yüzden bir sike yaramıyoruz açıkçası. sizler prenses ve prens olduğunuz için ben kendi üzerime alayım tüm yükü. bir sike yaramıyorum.

belki kendime ait fıstık gibi bir işim var, istediğim saatte uyuyup istediğim saatte uyanıyorum, tıraş olma gibi bir eziyetten bile muafım ama işte ters bir şeyler.
senden bir tane daha olmadığı zaman her şey sıfıra inebiliyor. o gün berber salonundaki gencin yaşamı gibi. senden bir tane daha olmadığında ne yediğinden bir şey anlıyor insan ne de içtiğinden. mevzu teklik ya da birlik. bu da işte bir sike yaramayı sağlıyor. 

oysa dönüp baktığımda kendime, şimdiye dek allah rızası için sadaka diyen her insana para vermişimdir ben. ne bileyim bir toplu taşıma aracında her yaşlıya, hamileye, kadına yer vermişimdir. şimdiye dek bir sigara izmaritini yere atmamışımdır en basitinden. tükürecek olsam bile sokağa, mazgalı tuturmaya çalışan bir ayı olmuşumdur.
ama bunların hükmü ne? bir sike derman olmadığı an bunların hepsi, manası ne? bilmenin, bilinçlenmenin, almanın, vermenin? 

yok belki. belki de var. varsa da yoksa da muallak işte. hiçbir sike derman olamamanın can sıkıntısı var en derinlerde bir yerde. o ise her şeye bedel.

az önce mesela, kadıköy iskelesinin oradaki iş bankasının köşesinde bir adam sırtını duvara yaslamış, battaniyeyi yüzüne çekmiş bu rüzgarda uyumaya çalışıyordu. yanından geçen gençler, yanındaki taksiciler, trafik polisleri, gri ekranların karşısındakiler... her birimiz, o insan için bir sike yarıyor muyuz? hayır. mevzu sadece kendimiz de değil, mevzu evrensel oluyor bir noktadan sonra. bu ise ortaya çıkarıyor her şeyi. bu ise en net cevap oluyor. 

dünyadan tüm acılar ve kötülükler silinmediği sürece de sanırım her birimiz hayatta hiçbir sike yaramayan insanlar olarak devam edeceğiz yaşamaya. gel ki bu yaşamak da değil. sadece hayatta kalmak işte.

neyse.

var böyle insanlar. yan dairemizde belki. belki de üst katımızda. belki mahallemizde. belki de yaşadığımız toplumda. en iyisi hiç uzağa gitme sen. sadece sabah uyandığında yüzünü yıkamak için gittiğin lavaboda aynaya bak. bana hak verirsin.


6 yorum:

  1. Ellerine yüreğine sağlık. Güzel bir yazıydı.

    YanıtlaSil
  2. teşekkür ederim kardeşim. o senin güzelliğin.

    YanıtlaSil
  3. bizi bize anlatmışsınız. çok güzel gözlemleyip aktarıyorsunuz; pek çoğumuz kendi cehennemimizde sırf hayatta kalmak için yaşıyoruz. ellerinize sağlık

    YanıtlaSil
  4. bi boka yaramalı insan.yaranmak için deil,bunu istediği için,içinden geldiği için,evreni anlatabilmek için.neyiz,niye yaratıldık sorusuna cevap bulabilmek için.konuşmalı insan,başkası üzerinde bi etki bırakmalı.hayatın güzelliğini anlatmalı.ne bilim saçmalasa bile konuşmalı işte:) bi yerden başlanmalı

    YanıtlaSil