21 Mart 2011 Pazartesi

Hayatı Boyunca İntiharı Hiç Düşünmeyen İnsan

yaşadığı hayattan sonuna kadar memnun olan insandır. ben ki ilk intihar etmeyi düşündüğümde küçük bir çocuktum. hatta bir hafta sonu açlık grevi yapıp pazartesi sabahı patlayana kadar patates kızartması yemiştim. 

çocukken daha farklı algılanıp daha farklı adlandırılıyor bir çok şey. bunların başında da üzülmek ve incinmek geliyor. küçükken bıçak kesiği gibi olan bir acı şimdilerde sadece bir kağıt kesiği. anlık ve şiddetli şimdi ki. fakat eskisi gibi iz bırakmayıp fazla kan kaybına neden olmuyor. 

yıllar evvel ailemin yanına dönmüştüm, 6-7 yıllık bir aradan sonra. fantastik roman karakterleri gibi. o 6-7 yıllık arayı neden verdiğimi hala bilmem. belki de çektiğimi varsaydığım acıların hepsinin nedeni olarak ailemi görmekten kaynaklı bir durum bu. bilmiyorum. çok sevdiği bir insanı cezalandırmak için intihar eden insanlar gördü aha bu gözler. kendini öldürüp de geride kalanlara bir ömür travma yaşatan megalomanlar.
bencil bir adamım ben. gerçek bu. ve egosu en tepede gezinen bir mahlukat. yine de iş sevgi ve saygı olduğunda anlık oluyor kızgınlıklarım. öfkelerim bir nöbet gibi. öncesinde ya da sonrasında doldur-boşalt işlemi yok askerdeki gibi. sadece o anlık. sonrasında ne bir kin ne de hınç. ki içimdeki, her zaman susturmak için çabaladığım o diğer yarım "dişe diş, kana kan, intikam intikam" diye bağırsa da durdurabiliyorum onu. bu yüzden de erteleyebiliyorum kötülük adı altında gerçekleştirebileceğim her şeyi.

yıllar önce işte. döndüm ailemin yanına. hayatımda hiç yakınlaşmadığım kadar yakınlaştım babamla. kolkola yürüdük mesela bir gün ankara'da. ben koca bir adamdım. o ise daha da kocaman olmuştu. benim o zamanki sıkıntılarımın ne olduğuna dair, ne olacağına dair çözümler arıyorduk. babama, çok uzak olduğu bir coğrafyadan gönderilen bir üvey evlat gibiydim. ve dertlerimiz, sıkıntılarımız paralel evrende dahi buluşmuyordu.
bu kolkola gezmelerden birinde, "baba" dedim. "hiç intiharı düşündün mü?" cevabı anlık ve net oldu; "intihar etmek büyük günahtır. kişi, kendisine sunulan canı kendisi alamaz."
"öyle değil" dedim. "intiharın kendisini düşündün mü? bir insanın durup dururken kendini öldürmesini? ruhunu yaratıcıya vaktinden evvel teslim etme cesaretini? belki onurunu? belki de erdemini?"

sustu. verebilecek bir cevap aradı o suskunlukta. anlamadığını hissettim o an babamın beni. albert camus bulantı'yı yazarken babam karneyle fırından ekmek almıştı çünkü. nietzche tanrı'yı öldürürken babam tanrı'ya olan teslimiyetini vei nancını hac vazifesi ile taçlandırmayı düşlüyordu. 
bir anda çıktım kolundan babamın. yanyana yürümeye devam ettik. benim aklımda kişinin kendi canını kendi elleriyle almasının, almayı düşünmesinin binlerce nedeni, babamın aklında ise ruhu hastalanmış ve tedavisi mümkün olmayan bir şekilde kangrene dönüşen oğlunun sıkışmışlığı.

o günden sonra kesildi sohbetlerim. o günden sonra aramıza hayat girdi. para girdi. pul girdi. tüm bu araya girenlere karşın daha da çok anlamaya başladı beni. belki blöf çektiğimi sandı belki de gerçekten ciddiye aldı. yaklaşık 55-60 yıllık ömrünün analizini yaptı kendince. belki de öylesine geçiştirip gitti. ama kaldı işte aklında. ve hiç çıkmamacasına yer etti zihninde.

şimdi o günden geriye kalan sıkışmışlık. ben istanbul'un bir köşesinde sıkışmış vaziyette devam ediyorum varlığıma. babamsa hayatı boyunca bir kere bile intiharın düşünmeden başka bir şehirde. bu ayrılıklara karşın bizi eninde sonunda birleştirecek şey ölüm olacak ne yazık ki. tüm insanları tek çatı altında birleştiren tek yerin mezarlıklar olduğu gibi.
ama insan bu, vazgeçer mi pisliğinden ve gösteriş budalalığından? asla geçmez! mezar taşına sosyal hayattaki ünvanını yazdıran ororspu çocukları gördü aha bu gözler. mezar taşı gökdelenleri anımsatan kahpe soyları!

yine de çözüm yok. çözümünüz yok. isteseniz de istemeseniz de sırt sırta vereceğiz toprağın iki metre altında bir gün. ya da karşılıklı uyuyup yüzyüze bakacağız. gel ki islamiyet'te kıble baz alınıyor gömülme stili olarak. ben yine de öldüğümde dik gömülmek isterim. hem daha az yer israfı. hem de bir kereliğine de ben tepeden bakayım herkese. ve her şeye. üzerime atılacak topraksa göğüs kafesime kadar gelsin sadece. sol elim ise açıkta bırakılsın. bir sigara yakarım belki. 2 metrelik topraktan çukur içerisinde, çırılçıplak bir şekilde, dimdik gömülmüşken. kim bilebilir ölümden sonra bir hayat olduğunu? kim iddia edebilir ölümün gerçekten bir ölüm olduğunu? hiç kimse. hiç!

bize kalansa sadece gökyüzü ile yeryüzü arasındaki sıkışıklığımızı anlamlandırmaya çalışmak. bazen aşkla, bazen seksle, bazen şehvet, bazense şefkatle...
ama benim durumum, ama benim durumum... hepsinin çok ötesinde, ya da berisinde. ne taraftan baktığına bağlı. intihar ve sonrasında gelebilecek ölümse kendimi bildiğim günden beri beynimle kalbim arasında bir yerlerde.


1 yorum:

  1. "kim bilebilir ölümden sonra bir hayat olduğunu? kim iddia edebilir ölümün gerçekten bir ölüm olduğunu? hiç kimse. hiç!"

    kimse kesin olarak hiçbir şeyi bilemez tabi ki, ama sadece inandığı için bildikleri vardır, kesin olarak inandığı için kesin olarak bildikleri,bildirildikleri..
    birinin sorduğu gibi 'yoksa,tamam. peki ya varsa? dönülmez bir riske atabilecek misin kendini???'

    en azından,geri dönüş olmadığına göre,acele etmeye gerek yok.

    YanıtlaSil