24 Mart 2011 Perşembe

Deliliğin Sınırındaki Durgunluk

elle tutulup gözle görülebilen, fakat dokunmak istendiğinde, dokunup da tamamen manalandırılmak istendiğinde kaybolan ruh hali. nefesini nefesinizde hissedersiniz. yaşadığınızı, yaşıyor olduğunuzu kendi kendinize ıspat için iyice sokulursunuz kendisine. hatta çizgi filmlerdeki gibi içinden geçersiniz. içinden geçersiniz de rahatsız olmaz kendisi.

bazen suskunlukla eşdeğerdir. çoğu zamansa konuşmakla. bu konuşmak gündelik hayatın gündelik konuşmalarından değildir ama. bu konuşma suskunluğun çığlığıdır. yakıp yıkmamanın, yakıp yıkamamanın suskunluğu. keşkelerin sırtına bindirip gönderirsiniz aklınızı. size ise deliliğin sınırındaki durgunluk kalır. ne ötesini görürsünüz ne de berisini. hele ki gece denen canavar sizi yiyip bitirdiğinde, kemiklerinizi un ufak edip de bedeninize doldurduğunda daha da dayanılmaz olur. bu dayanılmazlıkta düz yazıyla şiir yazarsınız. yazarak ağlarsınız. parmak uçlarınızdaki karıncalanma, ve göğüs kafesinizdeki boşluk kendini kabul etirir. bir sigara yakarsınız. o sigarayı yaktığınız an yalanla gerçeği ayırmak için kendini yakan roman karakteri gelir aklınıza. "acaba" dersiniz, "acaba ben de mi öyle yapsam? kendimi değil de gerçekliğini merak ettiğim herkesi ve her şeyi mi yaksam?"

sigaranızdan çektiğiniz ilk nefesin dumanını boşluğa gönderdiğinizde rahatlarsınız. sorunuz da yanıtsız kalır. anlık bir rahatlama ve anlık bir sessizliktir bu. çünkü hasta bir ruhun rahatlaması için psikolojik tedaviye değil gerçek bir sevgiye ve samimiyete ihtiyacı olduğunu bilirsiniz. doktorunuz kendiniz olmuşsunuzdur her mutsuzluktan sonra. hastanız ise ruhunuz. bitmek bilmez tedaviler, telkinler, dayatmalar, can çekişmeler. bitmez! hiçbiri! akılla başlayan bu serüven deliliğin sınrındaki durgunlukta bekler sizi. elinde bir demet papatyayla değil, bilinmezliğin ve hissizliğin acziyetiyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder