8 Mart 2011 Salı

defalarca aynı hataları yapan insan

duyguları olduğu için yapıyordur belki. ya da art niyetleri. kalbi fesattır belki. belki de tanrıdır. nihayetinde insandır. düz. isimsiz. cisimsiz. ne olduğu ve düşündüğü pek de önemli olmayan, planları, hayalleri muallakta salınan canlı. evrende kendisinden daha zeki ve daha yetenekli başka canlıların varolduğunu ya da varolabileceğini es geçtiğinden kendini üstün görüp her seferinde burnu üstüne boka çakılan insan.

varoluşun nedenini düşünürdüm bir zamanlar. hem de öyle bir düşünürdüm ki işin içinden çıkamadığımda mideme bıçaklar saplanır, acile kaldırılırdım. orada genç bir doktor ya da hemşire sorardı; "neyiniz var?" 
yarı utangaç, yarı saf, yarı da bilgisizce, "hiç" derdim. "hiçbir şeyim yok."
gülerlerdi. gülmekle kalmayıp kendilerince küçümserdiler. ama ben doğruyu söylerdim onlara. hiçbir şeyim yoktu. ne canı gönülden sevdiğim birisi, ne beni canı gönülden seven biri, ne aşırı derecede param-pulum, ne kariyerim, ne bir sosyal güvencem ve statüm, ne de her hangi bir şey.

gırtlağıma kadar yokluğa saplanmıştım. ailemle aramda koca bir limon bağı vardı. insanlarla aramda ise gönüllü gönüllü beynime zerk ettiğim düşünceler. siyasi ideolojiler ya da dinsel akımlar değil. ki onları da denedim bir zamanlar. koyu milliyetçilikten liberalliğe oradan da sosyalistliğe geçip, en nihayetinde sokmuşum hepsine deyip kendime çekildim. kendi bedenime ve düşüncelerime.
hiçbirinin bir diğerinden farkı olmadığını hissettiğimde geç kalmıştım ama. gerçek bir geç kalıştı bu. hani havaalanlarına geç kalındığı zaman biletin tamamen iptal edilip bilet parasının iade edilmemesi gibi.

o zamanlar yaşım geçmişti epey. ne ailemin yanına dönebilecek bir yüzüm vardı ne de dönmeye niyetim. ama hayat bu. ilahi adalet. mide kanaması geçirdiğimde gözlerimi annemle babamın dizinin dibinde açtım. ne ara gittim yanlarına. ve ne ara annem bana kahvaltı hazırladı haberim yok.
bir kaç ay geçirdim onlarla. onlarla kahvaltı yapıp onlarla aynı saatte uyudum. bir gün yürüyüşe çıktım. ki o zamanlar köydeydi annemle babam. 
dedemlerden kalma tarlaların olduğu yere doğru gittim. güz mevsimi de geçmiş kışa hazırlanıyordu toprak. yolumun üstünde mezarlık vardı. üçe ayrılmış, üç koca mezarlığın da etrafı taş duvarlarla çevriliydi.
ölüme dokunup ölümü koklamaktı belki de arzum. bilmiyorum.

bir amcaoğlum vardı o zamanlar. 32 yaşında trafik kazasında ölen. o öldükten sonra onu görürdüm sık sık rüyamda. ölümü ciddiye aldığım ilk yıllarda. gittim mezarının başına. yürüyüşüme ara verip de.
tam mezarının sol yanına geçip başucuna baktım. ve bir anlığına o koca adamın ayaklarımın dibinde gömülü olduğu gerçeği nefesimi kesti. koşar adım, korkak adımlarla geri döndüm eve. "anne "dedim. "gitmeliyim ben." "nereye oğlum?" dedi. "bilmiyorum" dedim. "gitmeliyim."

kaç gece babamla annemin benden gizli konuştuklarını duydum. sağ yanım üzerine yatıp dinledim onları. gidişimi, gelişimi, ve aklımı kaçırdığımı söyleyişlerini. ne anneme kocalık yapabilen babam ne de babama kadınlık yapamayan annem kendi hatalarını görmüyorlardı oysa.
onları birleştiren çocuklarının mutsuz olmasıydı. evet, bu böyleydi, kötü evlilikleri kurtarabilecek mutsuz çocuklara gelecek inşaa edip de mutlu etmeye çalışmaktan geçiyordu evlilik müessesi. kötü evlilikleri ayakta tutan şey; mutsuz çocuklardı.

bastım geldim üniversiteyi okuduğum şehire. bir kaç dersim vardı verdim onları. ve başladım. yeni bir hayat, yeni bir ben. eski hatalar yok. eski saçmalıklar yok. eski sorular ve sorunlar yok.

nerede ama? acziyet her yerde. ciğerlerimde, damarlarımda. aptallık beyin hücrelerimi zaptetmiş. ve ben yine de "olabilir" diyorum. neyin olacağını ya da nasıl olacağını bilmeden.

aynı hatalar, aynı insan. eşek eşekliğiyle aynı çukura ikinci kez düşmezmiş derler. ben, o çukurun içinden yazıyorum. ve o çukurun içinde yaşıyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder