23 Ocak 2011 Pazar

Çocuğu Din İle Cezalandırmak


yozluk.

bir kaç haftadır, hayat teşgalesinin içine gırtlağıma kadar saplandığımdan, sevdiceğin işi olan eğitim danışmanlığına, onunla birlikte gidiyorum. 7 nesilden beri fransız kolejlerinden mezun insan koleksiyonu yapanlarından tut da, apartman görevlisi olup, bir sıcak çayını içmek için 2 metrekarelik salonuna giderken soba borularına kafalarımızı çarptığımız eve ya da evlere varana kadar her türlü vatandaşını görüyoruz bu ülkenin.

hepsinin derdi aynı ama; çocuklarına güzel bir gelecek sağlamak. o güzel gelecek de, güzel bir eğitimden geçiyor. o güzel eğitim de yabancı dil bilmekten geçiyor, birilerine göre. 
sadece tek yabancı dille yetinmeyip, ekstradan bir kaç tane daha öğrenmeye çalışan çocuklar var. ve o çocukların her zaman arkasında duran aileleri. gittiğimiz her evde de her türlü muhabbet dönüyor. siyasetinden tut da futboluna varana kadar. hatta son gittiğimiz bir elektrik tesisatçısı abimizin muhteşem yüz yıl adlı diziyle ilgili söylediği cümle, benim nazarımda şu sözlük aleminde söylenen şeyleri geç, şimdiye dek o diziyle ilgili söylenmiş her şeyden mantıklı ve zekice.

konu bu diziden açılmışken o güzel insanın, "bu nasıl tarih dizisidir, kanuni 3 kıtada fetihler yapıp, at koşturmadık yer bırakmamış, ama dizide nedense saray dışına çıkmayan bir asosyali oynuyor" demesi, hem gülmeme hem de hiç izlemediğim ve izlemeyeceğim o diziyle ilgili çok net bir karar aldırdı. ki tarih mezunu olmamdan dolayı da kalsın harem. kanuni, hürrem. ben almayayım.

neyse işte, öyle debelenip duruyoruz kendi geleceğimiz için. gündüzleri home ofisimde randevu usülü dövme ve piercing yapıp, akşam üzeri de randevuyla öğrenci ailelerinin evlerine gidip, o pırlanta gibi çocukların güzel bir yabancı dil eğitimi alıp, geleceklerini kurtarmalarına ön ayak olarak az bir şey akşama yiyecek-içecek parası çıkarmanın derdindeyiz.

bu arada, sahi kurtarabilir mi insan geleceği? ya da bir başkasının geleceğini? benim okullara dair, geleceğe dair, sıralarda dirsek ve beden çürütmeye dair söyleyecek fazla sözüm yok açıkçası. memur olmakla ilgili duygu ve düşüncelerimi de beni az-çok okuyan ve gerçek hayatta tanıyanlar bilir. tüm bu duygu ve düşüncelerime karşın hepsini hazmedebilirim. ne karnesinin ve derslerinin berbat olduğu babası tarafından yüzüne söylenen küçük tayfun'un pis pis sırıtması canımı acıtır ne de 2 dil bilen fransız koleji mezunu anne ve babanın 2 dil bilip üçüncü bir dil öğrenmesi için ön ayak oldukları su adlı küçük kız çocuğunun artık dil öğrenmek istemiyorum diyerek gizliden gizliye bize içini dökmesi.

hepsini anlayıp hepsini kabul ederim ben. ettim de hatta. şimdiye kadar ki hiçbir genel ya da yerel seçimde oy kullanmaya elim varmadı. geleceğin ya da geleceğimin kurtuluşunun siyaset denen kavramla olacağına inanmıyorum çünkü. dinler yetmezken mezhepleri, diller yetmezken lehçeleri ve insan yetmezken ırkları icat eden insan denen canlının her şeyi kendi çıkarına yontacağını biliyorum. adımı sorsanız bilmem belki ama bunu biliyorum.

hepsi lafı güzaf. tek biri hariç ama, çocuğunu din ile cezalandırmak. ilköğretim hayatı takdir ve teşekkür belgeleriyle dolu bir kız çocuğunu alıp sırf başka bir yöne gitmesin diye yatılı kuran kursuna yazdırıp bunu eğitim danışmanı iki insana göğsünü gere gere anlatan bir babanın işgüzarlığı.
zamanında her türlü boku yediğini üstü kapalı söyleyip sonrasında kendi inine çekilişi. ve tesadüfen o an evde olan, hafta sonu tatili için ailesinin yanına gelen kız çocuğunun bir mahkummuşçasına çaresiz kalışı.

bu toplum hep böyle miydi, bilinmez. ben bir tarih mezunu olarak bilmiyorum açıkçası. tarihe dair, bu ülkenin geçmişine dair, bu toplumun geçmişine dair bildiğim her şeyi unutmak içinse bedenimden vazgeçebilirim.
ama böyle miydi, yine de? kendi fikirleri ve duyguları çürümüş yoz babaların, bağnaz annelerin kendi evlatları üzerinde oynadıkları bu oyun hep böyle mi sergileniyordu?

benim de tercihim değildi mezun olduğum hiçbir okul. dirseklerimi çürüttüğüm hiçbir amfi. ki üniversite sınavında bile tercih hatası yapıp, okuyabileceğim bölümle hiçbir alakası olmayan bir bölümü okudum. okudum ama boş sonrası. manasız. çürütülen yıllar. boşa harcanan bir hayat.

peki ya dini kullanıp çoluğunun-çocuğunun özgür iradesiyle oynayanlar? çocuğuna ceza olarak kitap okuma cezası kesenler yetmezmiş gibi bir de din ile cezalandıranlar?
bir tanrı var mı yok mu bilmem ben. bir cennet-cehennem var mı, yok mu yine bilmem ben. eğer ki varsa, ve şu gökleri direksiz tutan, her gün genişleyen evrenin sırları kendi elinde olan yaratıcı, tahtından izleyip de iğreniyordur kendi yarattığı insanların performansları karşısında.

ilk emri "oku" olan bir dinin mensuplarının okumayı ve dini bir ceza aracı olarak kullanması ise başlı başına mide bulandırıcı ve yoz bir eylem. bizlerin dudaklarından dökülen tek cümle de; "yazık, hem de çok yazık."

4 yorum:

  1. Merhaba,

    yazdıklarınızı keyifle takip ediyorum. Maalesef günümüzde ülkemiz ciddi bir tehdit altında, bizler demokrat olma, özgürlükleri kısıtlamama adına hep daha dikkatli, daha yansız olmayı seçerken, bizim gibi düşünmeyenler çoktan atı alıp Üsküdar'ı geçmişler... Bunun yeni farkına varıyor olmamız çok üzücü çünkü asla olmaz dediğimiz şeyler birer birer gerçekleşiyor... Tamamen haklısınız, siyaset hiçbir zaman bizim geleceğimizin kurtuluşu olamaz ama bazı şeylerin sağlam kalabilmesi için, bazı şeylerin farkında olduğumuzun bilinmesi için, bazı şeylerden asla ödün vermeyeceğimizin bilinmesi için, bu sefer gelin, size yakın olmasa da en az uzak olana bir oy verin. En azından, gelecekte "ben de buna katkıda bulundum" diyerek ya mutlu olursunuz, ya da pişman olursunuz...

    Selamlar,

    Elif

    YanıtlaSil
  2. "Oku" ile kastedilen "Ali kitap oku"daki 'oku'dan farkli olabilir mi? Belki de kaldir kafani goklere bak, askla yanan yildizlardaki guzelligi oku. Sabah gun dogarken boyanan gokyuzunu okumaya calis. Kimse orali olup da bakmaz. Ama sen bir dene! Olmadi aksami yakala.

    Oku seni sevdigin seylere baglayan hisleri. Topragin uzerine ciplak ayaklarinla dikil, ve seni yere baglayan sicakligi okumaya calis. Oku bir bebegin yuzundeki gulumsemeyi. Oku annesinin gozlerinden bebegin uzerine dokulen sefkati. Kirli seyleri de oku. Icindeki sehveti oku, siddeti oku. Ve hatta -gel inkar etmeyelim- icimizdeki nefreti de okuyalim.

    Kotulugu de oku oyleyse. Guclunun ezdigi zayifi, ve karsisinda kayitsiz kalan yiginlari. Ama "Sen ne yapiyorsun yanlisi duzeltmek icin?" diye sorarlarsa, verecek bir cevabin da olmasi lazim. O zaman belki okumussun ama pek anlamamis diyebilirler.

    Ozetle "Oku"ma yetisine sadece sen sahip oldugun icin muhatapsin o emre. Bir bakarsin bu kadar okumalarin sonunda gelecegimiz nokta: "Hayir belki de 'insan' projesi bos bir proje degildir!"
    oluvermis.

    Ve tahtinda oturan sultan, BUTUN bir insan resminin karsisina gecip, "Bu cocuk okuyor!" der mi der.

    Uzatmayalim... Bir email aldim... Acip okumam lazim... Bakiim ne yazmislar...

    YanıtlaSil
  3. neyse işte.

    iyi niyetleriniz için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  4. cahil işte,hepsi cahil,dini,dili,ırkı,onu,bunu,kutsal ya da büyük bilinen ne varsa eline alıp kafasına göre çalıp oynayan cahiller bunlar.yazık olan,bunların bölünerek çoğalıyor gibi çok olması ve hakimiyetlerindeki onca zavallıyı çürütmeleri.

    YanıtlaSil