4 Aralık 2009 Cuma

bir insanı sevebilmek

modern zamanlarda en zor olan duygu, eylem, olgu... adı her neyse artık. hele bir insanı sevmek için yaklaşın yanına. ya da yaklaşmayın. uzaktan izleyin kendisini. eylemlerini, duygu gel-gitlerini görün. bir insanı sevebilmek için nasıl bir insan olmanız gerektiğine karar verin.
ön yargılarınızı, hamasi din ve dünya algılayışlarınızı çöpe atıp da soyutluğun üryanlığı ile bir insanı sevmeye kalkışın. kalkışın ve görün. bir insanı sevmeyi istemenin nelere bedel olabildiğini. bir insanı sevmeye çalışmamın insanlardan nefret etmenize yeterli olduğunu kendinize ıspat edin.

çünkü, bazen sevgi bencilliktir. sevgi egoisttir. sevgi yıkar. sevgi yakar! o güzel hikayelerde anlatıldığı gibi aşk yüzünden mecnun ilahi aşkı bulmamıştır. aşk yüzünden ferhat dağları delmemiştir belki de.
peki ya mecnun sadece ve sadece leyla'ya ulaşmak isterken yolunu kaybedip de açlık ve susuzluktan dolayı dellendiyse. dellenip de tanıyamadıysa leyla'yı?
peki ya ferhat boktan bir hazine avcısı idiyse? kim bilebilir görünmeyenlerin ardındaki çıplaklıkları? kim bunun böyle olmadığını ıspat edebilir?
ve kim bir insanı her şeyden daha üstün tutup da her şeyden daha çok sevebilir?

kim?

bizler mi? bizler yalancıyız. sevdiğimizi iddia ettiğimiz insanların cesetlerinin üzerine basarak işe gidiyoruz her sabah. toprak, sevdiklerimizin cesetleriyle dolu. sevdiklerimizin cesetlerini çiğneyerek sevmediğimizi iddia ettiğimiz boktan okullara gidiyoruz. bizler yalancıyız! bizler alçağız. zalimler çağında yaşayan alçağız bizler.
ilk ego incinmesinde tırnaklarımızı bileyip de sevdiğimizi iddia ettiğimiz kişinin yüzüne geçirmek için fırsat kollayan budalalarız.

sevmek güçtür çünkü. sevmek asalet gerektirir. bizler asil değiliz artık. asaletten mahrumuz. bir insanı sevebilmek için gerekli olan hiçbir duygu yok bizde.
ön yargılarımız cebimizde. dinsel ve etniksel ayrılıklarımız dilimizin ucunda. yine de sevebileceğimizi iddia ediyoruz. yine de insan olduğumuzdan bahsediyoruz. kavram kargaşasındayken evren bizler hayatı talan yeri olarak göremiyoruz.
oysa hayat talan yeri. sevgi, saygı, onur, erdem... tüm kutsal kavramlar kaçıranın elinde kalıyor. bizlerse sadece izliyoruz. renkli camın ardındaki saçmalıklar gerçek geliyor bize. hayatlarımız ekranlara hapsolmuş. hd teknolojisi ile pürüzsüz ve yalansız aşklar izleyip hd teknoloji standartlarında hayatlar yaşıyoruz.

ruhumuzun çözünürlüğü berbat ama. aynalarla yüzleşmekten korkan koca bir nesil var ekranda. asansörde gördüğü insana "merhaba" demekten çekinen bir sürü hakim evrene. selam verip de borçlu çıkmak istemeyen asalaklar hakim evrene. oysa bizler iflasın piçleriyiz.
tanrı'nın tek hayal kırıklığı olan sürü hakim evrene. yine de kendinden nefret eden bu sürü sevebileceğini iddia ediyor. ve insan olduğunu.

1 yorum:

  1. sürünün "sevmek"ten ne anladığı ortada. yaptıkları herşey, günü ve kendilerini kurtarma amaçlı araçlar. işleri geçici ve kolay olduğundan, büyük iddialarda bulunmaları da kolay. zira anında halden hale geçebilen, her türlü hissi eğip bükebilen bu sürü elemanları, sadece bir taklit yaşıyorlar, sadece bir oyunculuk yapıyorlar. birşeyin altından kalkamama dertleri yok, başarısızlıklarına uyduracak kılıfları çok; öyle kılıflar ki, onları daha da cafcaflı gösterir. ağır bir sorumlulukta taşıyacakları bir vicdan sorunları yok; sorumluluk, bu sürünün çizdiği çerçevedeki gevşek görevler sadece. asaletin olmadığı doğru; bu hallerinden de anlaşılıyor.

    tanrı, insana ait eksik duygular taşımaz. mecazda bile, o'na hayal kırıklığı yakıştırmak doğru olmaz. tanrı ve o'nunla ilgili gerçekler siyahla beyaz gibidir. griler hiçbir zaman yoktur. o'ndaki bu netlik, bize güven verir. sallantıda hissettirmez. kesin olarak bilebileceğimize inanç, beraberinde huzur ve mutluluk getirir.

    insana karşı hissedilen duyguların zor olması acı bir gerçek. çünkü hiç kimse tanrı mükemmelleğinde değil ve olamaz; ama insan hep bir mükemmeli arar. kendisine verilen yüce hislere-madem ki insan-en azından ancak mükemmel bir insan layık olmalı,diye düşünür. doymak bilmememiz, en yüce duygularda bile kendini gösterir. ama her defasında hayal kırıklığına uğrayan yine insan olur; hiç umduğunu bulamaz; bulduklarına göre de kendisi "umulan" değildir. yorgun düşen insan, sevememektense, idare edecek kadar sevmeye mecbur kalır. (aslında sadece öyle gösterir; birşey hissetmez.) çünkü, o acz ve ihtiyaç içinde yaratılmıştır. göremediği tanrı'yı, görememek için türlü yollara sapar, görünenleri görmek, onun kolayına gelir, görünenler onu hiçbir zaman doyurmaz. o da kendi içinde debelenip durur. "Görünmeyen", aslında her yerde görünmektedir. gözler, görülmesi gerekenleri görmek için verilmiş, görünenler vasıtasıyla görünmeyen'i görmek, görünmeyen'i görünce, görünenler'i görünen'in ışığıyla yeniden keşfetmek, böylece kendi görmesi gerekenin aslında ne/kim olduğunu da ayırt edebilmek.. yolunda kullanılacak pencereler yapılmış.

    pencerelerimiz kapalı; çok ağır ve koyu renkli perdeler var üzerlerinde, camları çok katlı, sisli, buzlu.. kim kapattı, bilinmez. "bir çağ yangını bu; bütün dünya günahkar."

    sürüden olmak kolay; savaşmaz, savaştırmaz, göze batacak birşey yapmaz, yorulmaz, acıkmaz, acıktığını hissetmez, susuzluktan ölürken hiç sesini çıkarmaz. çünkü
    sıradan sever, görüneni görmez, görüneni sever, görünmeyeni bilmez, görmeyi öğrenemez, gösterileni bilir. taklitler dünyasında, derinlerinden gelen cılız sesleri yanlış algılar, yorumlar, "idare edecek kadar","idame ettirecek kadar" sürünerek ilerler(yaşar(?)).
    sevebilmek ona böyle mümkün.

    YanıtlaSil