1 Şubat 2011 Salı

Metrobüste Kağıt Mendil Satan Çocuk

kocaman umudunu 1 dakikaya sığdırabilen çocuk. zırt-pırt metrobüs değiştirdiği için daha 10 yaşında beyni paçavraya dönen sabi.

günlerdir hayatım boyunca gitmediğim yolu kadıköy-avcılar arasında metrobüsle gidiyorum. bir oraya bir buraya. hep bir koşuşturmaca. dün de yine böyle bir koşuşturmacanın arasında bindik metrobüse. binmeden önce verilen mücadeleyi ise her istanbul'lu az çok bilir. istanbul'lu olmayıp da yolu istanbul'a düşüp ulaşım için en azından bir kereliğine metrobüse binenler de bilir.
işte o curcuna öncesinde ters istikamete bakan koltuğa oturduk sevdicekle. karşımızda ise bir hanım ablamız, hemen yan tarafında ise elinde simidi ve pet şişesiyle zihnisel ve bedensel engelli başka bir sabi. çocuk ses çıkardıkça annesinin ona bakıp iç geçirişi. ve içerideki insanlara mahçup olmamak için verdiği mücadele.

ha bu arada hiç sevmem ters istikamete bakan koltuklara oturup da yolculuk etmeyi. hep ileri dönük bir hayat yaşadığımdan değil. ne bileyim işte, canım sıkılır. ruhum bunalır. dünde böyleydi işte. o engelli çocuk ve annesi, onlarla yüzyüze olmamız, ve bir gece öncesinde avcılardan kadıköy'e giderken gecenin bir yarısı hemen yanıma oturan ve cebinden pet şişe çıkararak tineri beze dökerek ciğerlerine çeken, bedenini sikip atmaya yeminli başka bir genç. üzerindeki çakma adidas galatasaray poları ve boynundaki siyah-beyaz puşi.

işte böyle bir ruh halindeyken bana doğru uzatılan bir kağıt mendil. ve o mendili tutan küçük bir el. ve elin sahibi siyah iki göz. ve gözlerin monte edildiği kirli bir yüz.
ben hiç sevmem küçük yaşta çalıştırılan çocukların tek suçlusu olarak o çocukların ailelerini gören beyaz türkleri. ben hiç sevmem tiner çeken bir gence iğrenerek bakanları. ben hiç sevmem insanın yaşantısından dolayı aşağılanmaya çalışılıp da yerilmesini.

insan denen canlı hiçbir şey yapmadığı halde mide bulandırmak için yeterliyken bir de dünya ve ahiret görüşünü duyduğumda iyice kusasım gelir kafasından aşağı.
işte o çocuk dikildi durdu karşımda. bir dakikaya sığdırması gereken kocaman hayatı vardı. kendi geliştirdiği taktikle bir sonraki durakta inip diğer yönden gelen metrobüse binecek, oradaki yolculara da mendili uzatıp "hayır"larla geri dönecek, tekrar inecekti. sonra bir başka metrobüse. hayatı iki, bilemedin üç durak arasına sıkışıp kalacaktı. kalmıştı da. akranları top oynayıp hayatın amına koyarken o kendini beğenmiş, kendisine iğrenerek bakan, tüm suçu o çocuğun ailesinde ya da devlette bulan insanlardan medet umacaktı. umuyordu da. ummuştu da.

ne oldu ama? hiç. yıkım. inilip binilen metrobüsler. gidilip de aynı yerde sekilen küçücük bir hayat. basit hayaller. ama anlayabiliyordum onu o an. insanlara karşı hissettiği öfkeyi ciğerlerime çekiyordum ben. anlayabiliyordum onu. hiç kağıt mendil satmamıştım hayatımda. ama ben de satmıştım bir şeyleri. ruhumu en azından. siktiri boktan işlerde. hatta hibe etmiştim. bu yüzden "anlıyorum seni çocuk" diye son ses bağırabilirdim. "anam avradım olsun ki seni anlıyorum!!!"
hatta bağırıyordum küçük elini geri çevirirken. ama duyan olmuyordu.

insanlar evlerinden işlerine gidiyordu, ya da işlerinden evlerine. fakirlikten yakınan asalak sürüleri son model arabalara binip, ucu gökyüzünü zorlayan evlerde oturuyorlardı. adaletsizlikten dem vurup namus kumkuması kesilen yalaklar ve asalaklar soysuz bir hayat yaşayıp da onurdan bahsediyorlardı.
küçük bir çocuğun nazarında insanlığı sehpaya çıkarıyordum ben de. ve ayaklarının altındaki sandaleye var gücümle bir tekme atıp can çekişmesini izliyordum.

cehaletten ve erdemsizlikten başka hiçbir övünç kaynağı olmayan toplum, kendi çeşitliliğinden ve renkliliğinden utanan nesil, nasıl anlayabilirdi ki çatlak ellere hapsedilmiş hayalleri? nasıl anlayabilirdi sahiden? iki durak arasında yok olan kocaman bir yüreği? bilemedin üç durak. hadi dört olsun.

nasıl anlayabilirsiniz?

suçlu hepimiziz. suçlu hepinizsiniz. gökyüzünü zorlayan evlerinizde oturan sizler. son model arabalara binip de benzin fiyatlarından şikayetçi olan sizler! yemek masasında 3 çeşit yemekten aşağı seçenek olmadığında burun kıvıran sizler. ya da bizler. suçlu hepinizsiniz. suçlu hepimiziz. ne ettiğiniz ibadetler ne yaptığınız yardımlar-hayırlar... hiçbiri ama hiçbiri işe yaramayacak. size yemin ediyorum, ne bu dünyada, huzur denen kavram varolacak sizler için. ne de varsa eğer diğer tarafta. sizler huzursuzluğun ve mutsuzluğun lanetiyle yaşayacaksınız. bizler, huzursuzluğun ve mutsuzluğun lanetiyle yaşayacağız.

metrobüslerde gece yarıları tiner çekip de sadece kendinden geçmek için çabalayan gençler ve kağıt mendil satmak zorunda olan çocuklar olduğu sürece. vurdumduymazlığınız ve erdemsizliğiniz lanetiniz olacak. ya da lanetimiz. ne farkeder?

kocaman bir "hiç!"


1 yorum:

  1. Yazını okuduktan sonra,kafamdakileri buraya aktarabilmem çok zor.O kadar çok farklı isyan belirdi ki kafamda.O çocuğa-çocuklara mı üzüleceksin,kendi vicdanına mı?Yoksa koduğumun devletine mi?Bilemedim.

    YanıtlaSil