29 Ağustos 2011 Pazartesi

Mutluluğu geçmişte aramak

garip bir şey bu. ve genelde şimdiyi yaşayanlar, şimdide mutlu olduğunu iddia edenler yalan söylerler. hatta abartı olmasın ama trajedilerini mutlulukla gizlemeye çalışırlar. ben öyle yaparım mesela. bu çoğu kez öyledir. bir şekilde mutlu olduğumu varsayıp kendimi avuturum.
oysa sabah uyanır uyanmaz elim, hemen yatağımın yanındaki sigaraya gider. odamın balkon kapısını açıp, jaluzileri de araladıktan sonra bir sigara yakıp hemen kahve yaparım kendime. kahve suyu kaynayana kadar da laptop'ımı açıp müşterilerimden mail ya da mesaj gelip gelmediğine bakarım.

çoğu sabah bölünür uykularım. bunun nedeni ise iş yapıyor olmam. ve yine iş yerimle evimin aynı yer olması. yani home ofis. bu sabah mesela, o kadar çok çalındı ki zilim, bir an hemen telefondan saate baktığımda saat 10 buçuktu sanırım. kendi kendime dedim ki; "aşağıdaki kişi sonsuza dek bassa bile zile, o gitmemiş ben uyanmayacağım."
niye uyanayım ki? ben doyana kadar uyumak için yaşamıyor muyum bu hayatı? ben doyana kadar uyumak için tercih etmedim mi bu yaşantıyı? evet. eee, o zaman o saatte uyanmam. o saatte beni uyandıracak tek şey ancak ve ancak mükemmel bir kadın bedeni olabilir. büyük konuşmayayım ama başka türlü istersen askeriye, istersen polis gelsin o saatte kapıma. açmam. kapıyı kırıp da girsinler gerekirse içeri. beni battaniyeme sararak, mavi boncuk filminde emel sayın'ı kaçıran o muhteşem kadro gibi götürsünler götürecekleri yere. yine de uyanmam.

böyle sabahlarda gıcık olurum zile abananlara. sadece böyle saatlerde değil ama. zile bir kereden fazla basanlara, telefonu 4 kereden fazla çaldıranlara. hatta yine geçen gün, öğleden sonra zile deli gibi basılmasıyla sinirlenip oturduğum yerden doğrulup kapıya gittim. kapıyı açtığım an karşımda bursa iskender'de çalışan küçük çocuk ve ev sahibimin eşine bakan apartman görevlisi abla vardı.
hemen o anda "hanginiz zile bu denli abandı?" dedim, yarı ciddi, yarı şaka yapar vaziyette. onlar bir anda birbirlerini gösterdiğinde, "ablacığım" dedim.sonra gence dönüp "yakışıklı. abanmayın zile. allah'ınızı severseniz. farzedin ki şu an çok önemli bir işim var. misafirim var. banyodayım. lavabodayım. ne olacak? koşa koşa gelip bu kapıyı açmak ya da defalarca bu zilin sesini duymak zorunda mıyım?"

ikisi de aynı anda gülümsediğinde görevli ablaya merdiven bakımını yapması karşılığında aylık ücretini, bursa iskender'den gelen çocuğa da bir gün önce öğlen yediğim iskender'in boşunu ve ücretini verip gönderdim.
bu durum böyle ama. ne zaman abartılı bir şekilde ısrar edilse bu tarz mevzularda. bir anda öfkelenip kırıcı olabiliyorum. tek bir farkla ama; karşımdaki kişi ekmek parası için debeleniyorsa alttan alırım. o an söyleyeceğim şeyi kendimce nazik bir şekilde söyleyip kalbini kırmamaya özen gösteririm. benim yüzümden mutsuz olsunlar istemem açıkçası.

ancak kapı zilime 4-5 sefer bastıkları için bir dünya fırça attığım zabıtalar ve belediyenin çevre düzenlemesinden gelen 3 kişiyi kovmaktan beter edip adab-ı muaşeret öğretmişliğim vardır. benim yüzümden mutsuz oldular. ama hakettiler bunu.
ulan ben annemi aradığımda bile 4 defadan fazla ne evi ne de cep telefonunu çaldırmam. bunlar nasıl bir özgüven ve aptallıkla abanırlarsa aklım almıyor. garip bir mevzu.

şimdiki zamanda mutlu olmak da tüm bunlar kişiye hizmet ettiğinde ortaya çıkıyor. uykunun, özel alanın ve rüyaların bölünmemesi ile. tüm bunlar için çabaladıkça kişi bir şekilde unutuyor mutluluğu. unutmasa da zamanın şartlarına göre değişiyor, o algı meselesi.
bundan 20 yıl önce mutlu olmamın tek kriteri üç tekerli küçük bir bisikletken şimdilerde tek bir kriteri sadece doyana kadar uyumak. uyanır uyanmaz sigaramı ve kahvemi içip tüm gün dövme & piercing yapmak, haftada 3-4 gece spora gidip deli gibi spor yapmak ve spordan geldikten sonra da soğuk suyla duş alıp öylesine ya internette takılmak, ya tek başıma bir filme gitmek ya da moda'ya çıkıp oradan denizi izlmek. bir de bu aralar can dostum, kardeşim decorum'un zorunlu askerliğinin bitmesine kaç gün kaldığını hesaplamak. ki kendisinin telefonuyla uyanıyorum çoğu sabah. cümlelerindeki düşüklüğü, sesindeki kısıklığı ve bıkmışlığı gördükçe inci sözlük'te yazmakta olduğum online hikayeye devam edip etmeme kararsızlığı yaşıyorum.

eğer devam edersem o hikayeye askeri savcıdan tut her türlü rütbeliyle başım derde gider. adım gibi eminim bundan. bu yüzden de mecburen duruyorum öylece. işte o durduğum anlarda bazen onlarca insan geliyor home ofisime. bazense hiç kimse. kimse gelmediğinde playstation ya da scruble oynayıp zaman öldürüyorum. millet geldiğinde ise bir şekilde dalga geçecek, eğlenecek bir şeyler bulup kendimi avutuyorum.
o gelenler içerisinde sözlük yazarlarından tut okurlarına varana kadar herkes var. istanbul büyük bir şehir. yerine göre ünlüler de geliyor. yerine göre küçük çocuklar da.

bugün bir kadın geldi mesela. güzel bir kadın. kusursuz bir hayat yaşadığını iddia edip, mutlu olduğunu iki de bir gözüme sokmaya çalışan, geldiği an home ofisimdeki kitaplarla ilgilenip kendisine karşı daha da sıcak davranmama vesile olan bir kadın.
masmavi gözleri vardı. bembeyaz teni. kürek kemiğine bir dövme işlediğimizde benim suskunluğumu başka bir şeye yormuş olacak ki iki de bir "konuşsana" dedi. ben de gülümseyip karşılık verdim; "dikkatim dağılmasın diye konuşmuyorum."
büyük bir ihtimal inanmadı tabii dediğime. dert değil. nasılsa kaldığı yerden devam edecekti nasıl mutlu olduğunu anlatmaya. ki devam etti. bir ara o kadar çok bahsetti ki mutluluğundan, mutlu olduğundan, dayanamayıp konuştum; "göz altların seninle aynı fikirde değil."

evet, bir insanın yaşı 22'yi geçmişse daha dikkatli bakın göz altlarına. ve o kişinin gerçekten mutlu olup olmadığı hakkında bir fikire sahip olun. bu fikir bir işe yarar mı-yaramaz mı, muamma. yine çok mutlu olduğunu iddia edip de bu konuda diretenlere karşı fikrinizi belirtin. ve dürüst davrnamak gerekirse pek de ciddiye almayın onları. zira asıl ciddiye alınması gerekenler diğer taraftakiler. mutsuzluktan ve yalnızlıktan can çekişenler. mutluluğu anılardan anımsayanlar. gelecekten ve şimdiden ümitsiz olanlar. işte onlardan ise cesur olanları ciddiye alın. uzanın. ve dokunun. hatta öpün. gerisi... gerisi yok. ötesi var. her şeye bedel ve her şeyden güzel bir öte. mutluluğu geçmişte aramaktan daha erdemli ve onurlu bir zaman diliminde ikamet ediyor bu da. sadece uzanın. benim kollarımı kıpırdatacak mecalim yok zira.

http://www.youtube.com/watch?v=8prr4-sbg-u

http://www.youtube.com/watch?v=bzqvwqxuxiq

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder