26 Haziran 2010 Cumartesi

sabahlamak

sabahı karşılama merasimidir..

çocukluğumda da uyumadığım geceler olurdu.. daha doğrusu uyuyamadığım geceler.. o gecelerde sadece ve sadece yatakta gözlerimi yarı aralı tutup düşünürdüm.. hem de neyi düşündüğümü bilmeksizin.. daha o zamanlar mastürbasyonu keşfetmemişken.. öylece debelenip dururdum yatağımda..
ilk ergenlik ve gençlik yıllarımda ise neden hiçbir şeyin umduğum gibi gitmediğine üzülüp de yatakta devam ederdim bu uyuklama haline.. erkenden yatan bir anne ve baba, onun dışında yine erkenden yatan bir abi.. ve o abiyle aynı odayı paylaşmak.. soğuk kış gecelerinde odaya düşen abinin üzerine sinmiş olan sigara kokusu.. işte bu kokuyu unutamam ben.. ki bu abimi çok sevmemin nedeni budur işte; nikotin kokması..
onun odaya girmesiyle rahatlardım.. yalnız kalmaktan ya da karanlıktan korktuğum için değil.. ne bileyim, zihnimden geçen ya da geçme ihtimali olan saçma-sapan düşüncelere son verdiği için olabilir..

gözlerimi yumup da daha o yatağına uzanmadan uyurdum.. ve sabah uyandığımda kendimi ya onun koynunda bulurdum.. ya da onu kendi yatağımda..
sıkıca kendisine sarılıp da iri vücudundan destek alırdım.. gel ki hiçbir kavgamda çağırmadım onu.. ya da hiçbir ergenlik olayıma dahil etmedim.. yine de dayanağımdı o benim.. ta ki bir gece yarısı eve içkili geldiğinde, "sen rakı içmişsin" deyip de onu rencide ettiğim ana kadar.. cümlem bitmeden sol yanağımda hissettiğim sağ elinin beş kardeşi.. ve yatağıma geçip de ondan gelen nikotin kokusunu bir daha alamayışım..

daha sonraları üniversite için şimdi yaşadığım bu şehire gelişim.. benimle birlikte okuyan ev arkadaşlarımın huzurlu bir şekilde uykuya geçmesi, benimse uyumamak için her türlü yolu denemem..
sabahlara kadar tarot falı açmam.. kitaplar okumam.. filmler izlemem... ki o zamanlar internet bu kadar yaygın değildi. aldığım günlük gazetelerin hepsini her satırına kadar gözden geçirmem.. bununla da yetinmeyip, bir ansiklopedi serisini baştan sona okumam.. sonrasında ise tüm bu okunanları kendime zırh edinişim.. uykuyu bedenimden kovuşum..

ve askerlik.. oradaki sabahlamalarım.. nöbet tuttuğum gecelerde beynimi ve şakaklarımı zonklatan acı, çaresizlik.. soğuk kış gecelerinde iliklerime kadar hissedip, küfrettiğim yağmurun her bir damlası.. güneş doğarken postallarımla uyuma acelem.. karnıma batan palaskam.. boğazımı sıkan üst kamuflajım..
sabahı etmek için çektiğim nöbet adı altındaki dört saatlik çile.. bazı geceler ise sekiz.. bu kadarının bir insan için çok fazla olduğunu anlamayan ve asla anlamayacak olan askeri yönerge yazarlarının benden bin kilometre ötede oluşu..

askerlik bittiğinde ise geldiğim aynı şehir.. üniversiteyi okuyup, hem öğrencilik yıllarımda hem de okul bittikten sonra yaptığım iş.. sabahın 11'inde başlayıp ertesi günün sabah 5'ine kadar devam ihtimali çok fazla olan meşguliyetim.. ve onun sabahı erteleyişi.. bir çentik atışı zaman denen kavramın en hassas bölgesine.. yani şafağına..
yeryüzü aydınlanmaya yüz tutmuşken benim bayılıp gitmem.. ne bir rüya ne de kabus.. sadece ve sadece geniş yatağıma sağ tarafım üzerine uzanışım.. sol elimle de sol böbreğimi ısıtışım.. sonrasında ise sabahı etmem.. gece denen cinsiyetsiz canavarın her gece beni ettiği gibi..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder