26 Haziran 2010 Cumartesi

uyanmak

hem ruhsal, hem düşünsel, hem de bedenseldir..

bir sabah gözlerimi açtığımda afrika'da uyanmayacağım ne malum.. uyanmak istemez miyim peki? sonuna kadar isterim.. gerçek acıyı ve öfkeyi hissedip, ellerimle dokunmak için.. belki de öpmek.. bilmiyorum açıkçası.. kördüğüm oldum ben.. birbirine dolaşıp da ölümcül bir hastalık olan bağırsaklara döndü zihnim, kalbim, içim..
kördüğümüm.. hiçbir tıbbi işlem iyileştiremez beni.. hastalıklı bir düşüncenin zihne düştüğü ilk an çaktığı kıvılcım gibi açıldı gözlerim.. hiç kapanmacasına hem de.. bu yüzden gergin göz altlarım.. ve hep uykulu bir bedene sahibim..

oysa böyle değildi hiçbir şey.. kendi hayatıma dair basit planlarım ve hayallerim vardı.. dikte ettirilen hayaller!! öğretmen olmak mesela.. sonrasında evlenip çoluk-çocuğa karışmak.. o çocukla/çocuklarla birlikte büyümek.. büyürken de bir şekilde huzurlu ölmek..
olmadı.. bir çocuğun bir ergenden daha aşağılık olduğunu kendi çocukluğumda öğrendim.. savunmasız hayvanlara zarar verip de mutlu olduğum yıllarda.. tek kanadını koparıp da yere bıraktığım sineklerde gördüm o zevki.. kıçına kamış sokup da şişirildikten sonra suya bırakılan kurbağaların çaresizliğinde hissettim o histerikliği..

hepsi ama hepsi nedensizdi belki.. öyle görülüp, öyle algılanıyordu.. ama öyle değildi.. çocuk aklım ve çocuk zihnimle karar veremediğim bir durumdu bu.. ki bu bir arayıştı aslında..
net olarak tanımı buydu.. neyin arayışı olduğuna dair kesin bir bilgim olmasa da, sıradanlığa, tek düzeliğe ve alışılmış olanın duraganlığına çocuk aklım ve çocuk kalbimle atılmış bir tokattı bu..
kimsenin canı yanmıyordu ama.. canı yanan bendim.. yavru köpeklerin daha iyi kavga etmesi için çuvala kafalarını geçirip de kulaklarını kestiğim gün annemden yediğim tokatın sol yanağımda bıraktığı izdi..

hepsi ama hepsi bir arayışın neticesiydi.. çünkü kalburun üstünde büyümüyordum ben.. altında da değil.. o kalburun içinden geçiyordum ben.. hem ekonomik kriterler olarak hem de sosyal norm ve kuralların algılanış ve yorumlanışı olarak..
bu yüzden de kurallarımı kendim belirleme telaşındaydım, kuralları bin yıl önce belirlenmiş toprakların ve insanların yaşadığı bir coğrafyada...
ters tepiyordu bu algılayışım.. ve anlaşılamaz olduğu için rahatsız ediyordu birilerini..

ilkokul, ortaokul ya da lise arkadaşlarım kendi basit telaş ve çıkarlarının peşindeyken ben insan denen canlının bu kadar basit ve sığ olamayacağına dair bir araştırmaya girişiyordum..
her yeni insan deneğimdi belki.. kendileri bunun farkında olamasalar da.. fakat ben, her seferinde yanılıyordum.. her seferinde ama.. insanın özünde de sözünde de tutarsız olabileceğini eylemleri tasdikliyordu..
yıkılıyordum sonra.. temeline dinamit döşenen eski binalar gibi.. olduğum yere çöküyordum.. zeminle birleşip hiçleşiyordum..

ve uyanıyordum azar azar.. bir anda değil.. azar azar.. algılarım açılıyordu kendiliğinden.. okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, dinlediğim şarkılar, ezberlediğim şiirler beni uyandırıyordu.. göz kapaklarım ile kişiliğim arasına yığılıyordu hepsi.. ben istesem de artık kapayamıyordum o göz kapaklarını..

gözlerim cırılmak üzereydi.. ruhum ise yırtılmak..

acı çekiyordum her seferinde... canım yanıyordu..

coğrafi haritalarda varolmayan hayali ülkelerin hayalet sürücüsüydüm ben.. bineğim ruhumdu.. bineğim bedenim..

üzülüyordum işte.. hatta bir sabah acile kaldırılıyordu genç bedenim.. antibiyotikle birlikte 70 cc'lik rakıyı karıştırıp içtiğimden.. serum bağlanıyordu koluma.. midem yıkanıyordu..
gözlerimi açtığımda küçük göğüslü hemşire gülümsüyordu.. yarı aralı gözlerimle görebiliyordum geleceğini.. bir oğlu olacaktı 3 yıl sonra.. bir de kızı.. kız çocuğunu çatırdayan evliliğini kurtarmak için yapacaktı..
görüyordum bunları.. kalp gözüm açıldığından değil.. tanrı'ya çok yakın olup her dem ona sürtündüğümden değil.. sadece uyandığımdan.. sadece ve sadece artık uyuyamadığımdan.. insanlar işlerine giderken kafamı yastığa gömüp, kendimi alkol denizine tepe taklak bıraktığımdan..

açılıyordu gözlerim.. açılıyordu zihnim.. bedenimdeki ve ruhumdaki bu gerilmeeler canımı yakıyordu.. ellerimden ve ayaklarımdan birer ata bağlanmıştım ben.. aynı anda kırbaç kamçı yiyordu her biri.. onlar dört farklı yöne gitmek için şahlanırken ben hiç yırtılmamacasına geriliyordum..
yaydan fırlayıp da sonsuzlukta uçan bir oktum.. çok uzak bir yerlerden fırlatılmış bir taş gibiydim..

belki de taştım.. milyarlarca yılda rüzgarın ve diğer doğa olaylarının toprağı çevirdiği bir nesneye ben daha 24 yılda dönüşmüştüm.. yine de içim acıyordu.. taşların canı yanar mı lan diyordum bol nikotinli gecelerde.. cevap veren olmuyordu.. toplumla aramda üzerinden atlanılmayacak uçurumlar açılıyordu.. ailemden kopuyordum örneğin.. sevdiğimi sandıklarımdan.. nefret ettiğimi düşündüklerimden...
tüm insanlığa, tüm olgulara ve kavramlara karşı hissettiğim tek şey muhteşem bir kayıtsızlık oluyordu.. binlerce morfinli iğne yemiş vahşi bir hayvan gibi soluyordum.. zehir kokuyordum.. düz yazıyla şiir yazıyordum üniversite okurken oturduğum sıraya.. kapı dışarı ediliyordum siyaset ve etnik köken tartışmalarının boktanlığı üzerine sunduğum sunumun herkesi ve her şeyi aşağıladığını varsayan bir profesör tarafından..

uzuyordu okulum.. hatta o kadar çok uzuyordu ki kopma noktasına geliyordu.. uyanmam devam ediyordu ama.. hem bedensel olanı.. hem de ruhsal..
rüya görüyordum ayakta.. toplumsal değerler ve yargılar üzerine.. binlerce yıl önce yazılmış ütopyalardan tek farkı insan denen canlının ışık hızından daha hızlı adileşebileceğine dairdi gördüklerim..

sonra kapanıyordum.. kendi içime.. bir tehlike anında kabuğuna çekilen kaplumbağalar gibi.. bir tehlike sezdiği an zeminle aynı renge bürünen bukelamunlar gibi..

olmuyordu ama.. hiçbir şey olmuyordu artık.. ne ruhuma giymeye çalıştığım ünvanlar ne duygu ve düşünceler.. hep bir şeyler eksikti bu uyanışta.. içimde kocaman bir boşluk vardı.. ve ben oraya ne koysam dolmuyordu.. dolup da taşmıyordu..

geriye tek bir seçenek kalıyordu; ölüm..

kimi ama? ya da neyi?

kendimi mi, ya da bir başkasını, başkalarını mı? küçükken çok denemiştim.. daha on yedi yaşımda kurbanlık koyunumuzu ben kesmiştim.. dayadığım gibi boğazına büyük bıçağı sol elimle ters kavis çizip kafasını gövdesinden kopma pozisyonuna getirmiştim.. dinmemişti öfkem.. bir kaç saat sonra tencerenin dibine oturup da ishal olana kadar kavurma yemiştim..

geriye kendim kalıyordu.. elde avuçta ben oluyordum her işlemden sonra.. ellerim, avuçlarım soyulduğunda ise askere alınmış oluyordum.. alınmazdan önce de bir aralık sabahı uyanıyordum geniş yatağımda..
"ömrüm" diyordum.. "ne zaman başladı ve ne zaman bittii?"
cevap veren olmuyordu, hiçbir soruma cevap verilmediği gibi.. ben de susuyordum.. askeri eğitim adı altındaki tüm saçmalıklara 5 ay 5 gün dayanıp da geri geliyordum yaşadığım şehire.. ve yaşadığımı varsaydığım hayata.. hiçbir şey değişmiyordu.. hiçbir şey uyanmıyordu..

insanlık bir uykuya yatmıştı.. uyanmanın ve rüyanın olmadığı bir uykuya..

uykulu gözlerle gidiliyordu işlere.. uykulu gözlerle gidiliyordu okullara... sevişler ve sevişmeler bile uykuya yenik düşüyordu.. ayıklığım ve aylaklığım banknotlara takılıyordu.. ve ben düşüyordum uykunun görünmez kollarına.. binlerce fitlik yüksek düşünsel mesafelerden.. ve bir anda uyanıyordum rüyasında öldüğünü gören her bir canlının acziyetiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder