28 Ekim 2011 Cuma

Kişinin güneş doğmadan önce uyuyamaması

delilik, asosyallik, hastalık, yalnızlık... o, şu, bu. adı her neyse artık. gerçi adı ne olursa olsun içindeki anlam ve mana değişmeyecek. istesek de değiştiremeyiz. üzgünüm. üzgün de değilim aslında, sadece kayıtsızım.

aslında bu kişinin nasıl yaşayıp nasıl algıladığıyla ilgili. sadece kendini değil, herkesi ve her şeyi. çünkü kişinin uyuma saati ile sistemin çarkları arasında doğrudan bir bağ vardır.
ne kadar erken uyuyorsanız o kadar çok mahkumusunuzdur bu düzenin. ve ne kadar erken uyuyorsanız, o kadar erken uyanıp, erkekleriniz tıraş olup, kadınlarınız da makyaj yaptıktan sonra işe gidecektir. çünkü sistem bunu emreder. sağlıklı ve güçlü iş gücü! bingo!

bu durumun olabilirliğini ya da olmazlığını düşündüm ben hayatım boyunca. hayatım boyunca dediysem de o kadar uzun bir hayat değil. ben diyeyim bir arşın, sen de iki karış.
bu durumu düşünürken de kendimden yola çıktım çoğu zaman. tabii klavuzum yok, tek başıma oradan oraya savruluyorum. oradan oraya savrulurken de hep birilerinden destek ve fikir bekliyorum.
diyorum ki kendi kendime; "birisi çıkıp gelse ya şu karanlıklardan. gelse, elimden tutsa, bir mucizeyi bana yaşatıp beni inandırsa. sadece kendine değil, her şeye. hatta herkese."

bir şeylere ve birilerine inanmam gerektiğini kendime telkin ettiğim zamanlarda gerçekleşiyordu işte bu. güneş doğana kadar inancımı bekletip kafamı yastığa koyduğum an her şeyi yok saydığımda. yok saymakla.
oysa ruhum buzdolabında unutulmuş, son kullanma tarihinin üzerinde 30 küsür yıl geçmiş bir gıda maddesiydi. ben diyeyim yoğurt, sen de armut.
farketmiyor. farketmedi de aslında hiç. ben farketmediğini farkettiğimde ise geçti. oysa sabaha dek tavana gözlerimi dikip beklerdim. sahi ne beklerdim o gecelerde ben?
geriye dönüp baktığımda silik bir portre görüyorum sadece. hangi ressamın elinden çıktığı asla belli olmayan, hatta bir ressamın elinden çıkmışa asla benzemeyen bir portre.

o portreyi delik deşik edecek, ortadan yırtıp özgürlüğünü elde edecek bir ruhu bir bedene hapsetme acziyetiydi zihnimden geçenler. sabahın köründe simit satan çocukların naraları sokaklarda yankılandığında ben son sigaramı ağzına kadar izmarit dolu küllükte söndürüp uykuya geçebilirdim.
geçebilirdim de öyle kolay olmuyordu uyumak. öncesinde yaşanan gün yoramamış oluyordu beni. memurluk yapmadığım için hem zihnim hem de bedenim dipdiriydi.

ne sabahları erkenden uyanıp tıraş olduktan sonra kravatı boynuma takıp gidebileceğim bir işim vardı, ne de dirseklerimle birlikte ruhumu ve bedenimi çürüttüğüm bir ofisim.
öylece beklerdim işte ben. sanırdım ki gece uyumayanlara gündüz mükafat verilecek. ve gece uyumayanlar gizli bir örgütün üyeleri gibi bir gün eninde-sonunda karşılaşıp tanıyacaklar birbirlerini. hatta birbirlerinin bileklerinden destek alıp geceden çekip çıkaracaklar. yine birbirlerini.

öyle olmuyordu. güneş doğmaya yaklaştıkça yeni gelen günün ışıltısı, gece verilen savaşı manasız kılıyordu. yine güneş doğacaktı ve etrafta binlerce ses, binlerce görüntü algıları yerle bir edecekti.
oysa gecenin sonunda ikamet edenler öleceklerdi. yavaş yavaş ama. damardan zerkedilen zehrin tüm bedeni dolaşması gibi. hatta bir iç kanama gibi.
dışarıdan bakıldığında pürüzsüz bir beden, içeriden bakıldığında ise iç yakan bir zihin. hatta yerine göre mide. ya da kalp.

yetmeyecekti. yetmiyordu. bir kaç saat sonra uyanıp da gidilecek okullar ve işler olduğu sürece de asla yetmeyecek. güneşin doğmasını bekleyip gecenin en sessiz ve en dingin anında, hatta gündüzün ilk saliselerinde kafalarını yastığa koyup uyuyanlar asla huzurlu olamayacaklar(dı).
zira onların varlığı başlı başına bir trajedi, başlı başına bir dramdı.

peki ya erken uyuyup erken uyananlar? hatta erken uyuyup erken uyananları geç, geç uyuyup erken uyananlar? hatta ve hatta hiç uyumayıp da erken uyananlar?
sevmediği işlerde çalışanlar örneğin, sevmediği okullarda okuyanlar, nefret ettikleriyle sevişip sızanlar, bu sistemin çarkları arasında yem olmaktan başka hiçbir işe yaramayanlar?
tüketilme ve tükürülme, hatta kusulma zamanı kendilerine geldiğinde tek öğürüşle dışarı atılacak olanlar?

işte bunlara ben her şeyden daha çok üzülüyordum. kendimden bile. zira benim sonum geceydi. ben geceye doğmuştum. ben gece doğmuştum. bu gezegendeki başlangıcımın bir 10 şubat gecesine denk gelmesi gibi. peki ya erken uyuyup erken uyananların başlangıcı günün hangi saatiydi? ya da bitişi?

2 yorum:

  1. Hacı; metne arka plan olarak kullandığın gri, okumayı çok zorlaştırıyor. Öyle yani.

    YanıtlaSil
  2. metne arka plan olarak seçtiği gri değil ki, beyaz. tavsiye edebileceğin bir renk varsa ayar yapayım.

    YanıtlaSil