23 Temmuz 2010 Cuma

istanbul

tutkunun şehri..

ayaklarım altında bir kaç gündür.. ben de çiğniyorum kendisini.. burnuma, deniz kokusunu çekerek.. ve açıkçası karnım çok aç olsa bile içimden bir şey yemek gelmeyerek..
sabahın 6 buçuğunda düştüğüm taksim meydanı ve istiklal caddesi'nin yalnızlığı gibi her bir ferdinin yalnızlığı.. konaklayacağım otele geçmeden önce kahvaltı yaptığım bir kahvaltı salonundaki orta yaş kadınların gözlerinde gördüm o çaresizliği ve ümitsizliği.. onlar benim kıçımdaki eşofman altına bakarken ben de onların gözlerinin en dibine baktım.. ve kariyer saçmalıkları ile yaşamak istedikleri hayat arasında canlarının ne kadar yandığını hissettim.. gördükleri ve deliliğini hissedebildikleri her erkeğe, "yalvarırım beni bu kabustan uyandır!!" der gibiydi bakışları..

bir kaçının omuzlarına çarpıp, "pardon, kusura bakmayın" diyerek geçtim masama.. sabahın ilk saatleri olmasına karşın nemden dolayı ikinci derimmiş gibi üzerimde duran tişört istanbul havası hakkında fazlasıyla açıklayıcı oldu.. hemen otele kapağı atıp, istanbul'un orta yaş ve üzeri mutsuz kadınlarını kariyer dedikleri cehennemlerine gönderip de mis gibi bir uyku çektim..
o günün akşamında armin van buuren performansı vardı.. ve ne güzel ki bir çok istanbul'lu böyle bir adamın varlığından bile habersizdi..

sabahın ilk ışıklarında yalnız ve kokusuz bıraktığım şehiri, öğleden sonra 3 buçukta gürültülü ve kalabalık buldum.. ki açıkçası ilk umduğum ve beklediğim şeyin de bu olduğunu sanıyordum.. gösteri biletimi almak için gittiğim yerden geri geldiğimde ne yiyip ne içeceğime karar veremezken bindiğim taksilerin şoförleri bile yaşadıkları yere o kadar yabancıydılar ki işte o vakit asla ve asla neden bu şehrin bir tatminsizlik deryası olduğunu hissetmeye başladım.
dünyanın en iyi dj'inin müziği sayesinde tüm bedenimi 2 buçuk saatliğine uyuşturup da otelime gelmek istediğimde gecenin 2 buçuğunda bir kahve içeyim dedim..

karşımdaki kaldırımda, sırtını starbucks'a dayamış bir sokak sanatçısı, saksafonuna üfleyerek "öyle sarhoş olsam ki" yi çalıyordu.. bir anda tüm bedenim diken diken oldu.. aradığım şeyin, istediğim şeyin sarhoşluk olmadığını çok net biliyordum, bu konuda bir sıkıntım yoktu.. benim sıkıntım, iş dönüşü evinde huzuru bulamayacak bir devlet memurunun içine düşmüş olduğu dertti.. buhrandı..
kahvemden ve sigaramdan yudumlar/nefesler çekerek dinledim o şahane sanatçıyı..

insanların istanbul'a dair dertleri vardı.. sıkıntıları.. ve ne gariptir ki hiçbiri memnun değildi istanbul'dan.. hatta bir çoğunun canı sıkılıyordu.. o an cep telefonumla aradığım bir dostuma söyledim bu durumu; "alo" dedim, "insanlar istanbul'dan sıkılıyorlar.."
kendisi ilk başta küfredip sonra ekledi, "sıkılanların hepsini yozgat'a gönder.."
ben kahkayayı bastığımda, mekanın sahibi olduğunu sandığım genç çocuk, ortalığı toplamaya başlamıştı.. ben de kahvemi bitirip, sokak sanatçısının da şarkısını bitirmesi ile kalktım yerimden.. otelime gidip de dinlendim bu muhteşem şehirde..

bir köftecinin teras katından güneşin batışını izlediğim ertesi gün ise, ne istanbul'a dair bir hayalim vardı ne de ümidim.. iki günlüğüne, hatta bir günlüğüne gelmiştim.. organizasyonuma katılıp geri dönecektim.. geri dönüş için geçtiğim kadıköy'de karnımı doyurmak için girdiğim her dükkan ya kitabeviydi ya da cd'ci.. şaşıp kaldım bu duruma.. sokakların arası kedilerle ve kitaplarla doluydu.. ve ne yazık ki yine insanlar sıkılıyorlardı..

ben de bir kitapçıya gidip, bir porsiyon çavdar tarlasında çocuklar söyledim.. bir porsiyon da sineklerin tanrısı.. paket yaptırıp yollandım.. geri dönüş için nakit para ihtiyacımdan dolayı gittiğim iş bankası şubesinde sıra beklerken yine aynı müzikle irkildim.. arkamdan bir yerlerden gelen o şarkı, "öyle sarhoş olsam ki.."

geri dönüp müziğin geldiği yere baktığımda hemen karşımda kiralık bir home stüdyo.. kirası ise benim önceki yaşadığım şehirde verdiğim kiranın yarısı kadar.. hemen afişteki numarayı arayıp istanbul'da yaşamam gerektiğini belirttim komisyoncu kadına.. tabii, o beni istanbul'un kıdemlilerinden sanıyordu.. ki ona anlatmadım bu durumu.. öylesine bir şehir ve iş değişikliği dedim.. oysa hicretimdi bu benim.. herkesten ve her şeyden.. ha bu arada, hicret dediğin mekke'den medine'ye mi olmalıydı? bence hayır!! dünyanın her yerinde gerçekleşen tüm göçler ve ilticalar ancak ve ancak istanbul'a olmalıdır.. gerisini kabul etmiyorumn..

hemen anlaştık mülk sahibi ile.. şimdi, sabahı bekliyorum..

takıntılı ve aptal insanlar gibi istanbul senin ananı sikeceğim edasında değilim çok şükür.. o'nun benim anamı sikeceğini de sanmıyorum.. sadece bir güzel şehire, güzel bir aşk ve güzel bir hayatın yakıştığını bildiğim için, o uğurda yaşayıp çalışmaya çalışacağım.. hepsi bu..

işaretleri takip ederek.. her bir sokağı ve kaldırımı katrilyonlarca işaretle süslü bu şehirde.. asla ve asla pislenmeyen, bir yağmurun her şeyi ak-pak ettiği bu büyüleyici yerde.. sokaklarını ve kaldırımlarını meyhaneye çevirmek isteyen budalalara inat, ne aşkın ne de şehvetin esiri olduğunu sanmadığım, tutkunun şehrinde.. iliklerimde hissederek.. son nefesi verene kadar.. nereye kadar? ölene kadar.. bu masal diyarında minik bir hikaye olma adına.. ya da bir cümle.. bir kelime de olabilir.. o da kabulüm.. harf? neden olmasın.. nokta bile olabilirim.. yeter ki tek olmasın.. iki nokta.. hep kullandığım ve kullanacağım gibi;

".."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder