5 Eylül 2011 Pazartesi

İSTANBUL

burada yaşamayan her insana acıyorum. çok mu acımasızım. sanmıyorum. bu şehre geldiğimden beri ömrüm boyunca keyif alamayacağım her şeyden keyif aldım. ömrüm boyunca sevişemeyeceğim kadar kadınla seviştim, ömrüm boyunca kavga edemeyeceğim kadar erkekle kavga ettim.
her şeye gebe bir şehir burası. her şeye ama! iyiliğe-kötülüğe, güzelliğe-çirkinliğe! her şeye. hele bir de ekonomik özgürlüğünüz elinizde ve yalnız yaşıyorsanız tadından yenmiyor.

geçen gece sahile indim. onun öncesinde tüm gün dövme yapmıştım. dışarıda bir şeyler yiyip bir kahve alıp sahile indim. kayalıklarda öpüşen çiftler, birbiriyle şakalaşıp muhabbet eden gençler, orta yaş üstü kadınlar, köpek gezdirenler, hayata dair kocaman hayalleri ve planları olanlar, karşı sahilin eşsiz görüntüsü, vapurlar, denizin kokusu..
bir banka oturup bir sigara yaktım. öylece bekledim o bankta. ki normalde bir yerde fazla durmayı sevmem. hep aynı yerlere takılmayı, hep aynı yerlerden yemek yemeyi, hep aynı berbere gitmeyi.

iş ilişkisi arkadaşlığa dönen her şey mide bulandırıcıdır çünkü. mümkünse hiç kimse ne adımı bilsin ne de ne iş yaptığımı. fakat geveze bir adamımdır. lüzumlu-lüzumsuz hep ortaya bir şeyler atarım.
örneğin bir berbere girdiğim an ortamın tavşanı kıvamındaki çırağa takılırım. ya da günlük gazetelerden birisini elime alıp hiç olmayan bir haberi varmış gibi sesli okuyup milletin kızmasını-öfkelenmesini sağlayıp içten içe sırıtırım.

bir nevi nabza göre şebret. bir nevi oyun işte. o an karşımdaki kişi hemen galeyana gelip futboldan girip siyasetten çıkar. berber koltuğuna oturup kafamı yasladığımda gözlerimi yumarım. 
onlar ateşli bir şekilde tartışmaya devam ettiğinde gıkım çıkmaz. insanların performansını merak ettiğimden öylece beklerim. geçen gün böyle yaptım yine. bir gazetenin magazin ekindeki bir kadın mankenden ötürü "bilmezsen ne ne yapmış, sonra da o zamanlar daha çocuktum" demiş, dedim.
içeride bulunan bir kaç kişi hemen atraksiyona geçip kendilerini temize çekmek için çabaladılar. hemen kendilerini temize çekmek, kendi vicdanlarını rahatlatmak için o kadının hiç olmayan demecinden dolayı onu aşağılamaya başladılar.

öylece dinledim onları. sakalımı düzelttirip çıktım dışarı. home ofisime gelip kaldığım yerden devam ettim hayatıma. işte o akşam üstü de o bankın üzerinde otururken düşündüm.
bu muhteşem şehri düşündüm. bencilliğime bencillik ekleyen, yalnızlığımı yalınlıkla çarpan bu muhteşem şehri düşündüm. eskiden de kriterleri olan bir adamdım. kendi onurum ve erdemim için kendimden vazgeçmeyi göze alabilen bir deli.
bu sefer farklı ama. bu sefer farklıydı. ya ben gerçekten büyüyordum ve büyüdükçe acımamayı öğreniyordum ya da istanbul küçülüyordu.

önemsiz. iliklerimde dolaşan bir şey vardı ama. dönüşün imkansızlığı. ne başka bir şehire ne de başka bir hayata. anlıyordum o an her şeyi. bir yıl bir aydır home ofisimin girişinde uyuyan o evsiz amcanın neden bu şehirden kopamadığını.
kendisine yazın kiraz ve şarap, kışınsa tost ve sıcak çay verdiğimde neden gözlerinin gülüp mutlu olduğunu. geçenlerde bir paket sigarayı montunun yan cebine koyup içeri geçtiğimde sabah uyandığı an, elini cebine atıp o sigara paketiyle karşılaştığında tanrı'ya inanmasını istiyordum.

uykularının yukalığı yalnızlığından kaynaklı elbet. ayak seslerini duyduğu an sırtını kaldırıma dönüp yüzünü betona yapıştırışı insanlardan kaynaklı. o adamla aynı şehri paylaştığım için mutlu muyum, hayır. mutsuz muyum, sanırım.
spor salonuna giderken de hissettiğim bu ruh hali ama. sanatkarlar sokağı'ndan her geçtiğimde yanıma gelen o güzel tüylü dişi tekir gibi. kendisinin kuyruğu uzun, biraz şişko. etrafında her zaman 4-5 erkek kedi var.
ben kedi olsaydım ona aşık olurdum. kendisi ayaklarıma sürtünüp, salona biraz daha geç gitmem ve kendisini sevmem için çabaladıkça onu da anlıyorum. çünkü bu şehirde canlı olmak büyüleyici.

arada bir gelip geçen insanlardan ürkmesini anlıyorum onun da. bize yaklaşan her insanın sevgiyle yaklaşmadığını o da ben gibi anlamış olsa gerek. sonra kendi yürüyüşlerim geliyor aklıma. sigara içmediğim anlarda sol elimi cebime sokup cebimdeki anahtarlığı yumruk yapıp yürüyüşüm. ve karşıma çıkacak ilk insanla hiçbir şey konuşmadan kavga edebilecek olmam.
anlıyor ama insanlar. sadece köpekler değil, her canlı kendisinden korkan kişinin kokusunu alıyor bence. bu kokular ise istanbul'da daha bir keskin. buna karşın kendisini sevenleri anlayamıyor ama insan. sadece istanbul'da değil, hiçbir yerde.

fazla renk ve fazla görüntü var çünkü. beyin odaklanamıyor hiçbir şeye. ne yeni bir insana ne de yeni bir sese. istanbul'a geldiğimden beri hissettiğim en yoğun duygu ise yaşamak.
en mutsuz ve yalnız anlarımdan tut, en mutlu ve canlı anlarıma varana kadar. yeter ki benden sonra daha mutlu ve huzurlu olsun birileri. bu konuda her şeyden feragat edebilirim. ettiğimi birileri çok iyi biliyor çünkü.

hatta bayramın ilk günü annemle telefonda konuşurken annemin "neden fazla aramıyorsun" sorusuna verdiğim "bilmem. özlemiyorum sanırım. özleyemiyorum" cevabım ve onun suskunluğu, benim de susmam. bu çaresizliği ve gerçeği kabul etmem.
sonrasında onun "senin için çok dua ediyorum" demesi, benimse "duaların bolu dağını bir türlü aşıp da istanbul'a ulaşamıyor" demem, kendisinin ise gülmesi. sonra benim gülmem.

her şeyin gerçeği var bu rüya gibi şehirde. aşkın, seksin, nefretin, sevginin, kavganın, hoşgörünün... hiçbir şey göstermelik değil burada. bu yüzden kendisine para vermeyen birisini neşterle boğazından kesebiliyor tinerci çocuklar.
aşık olduğu bir kadın kendisini terkettiğinde, gecenin 4 buçuğunda, sokağın ortasında "hayatımı siktin lan allahsız karı!" diye bağırabiliyor yaşlı bir adam.
el tezgahlarından kitap ya da cd baktığınızda almayacağınızı az bir şey hisseden kişi nazikçe sizi kovabiliyor. ya da gecenin bir yarısı sokağa çıkıp yolun solundan yürüdüğünüzde birileri delirmiş olduğunuzu hissedebiliyor. ya da sizin solak olduğunuzu.

işte o bankta beklerken tüm bunlar geçiyordu aklımdan. durmak bilmeyen ve hiç susmayan bir zihine eşlik eden, hiç susmayan ve hiç uyumayan bir şehir. başka ne isteyebilirim ki!
başka ne arzum olabilir ki tanrı'dan. hiç. sadece burada kalayım. eğer bu ülkede geçecekse ömrüm, ben, tüm mutluluğum ve mutsuzluğumla, ben, tüm yalnızlığım ve kalabalığımla burada kalayım.

bu temenniler esnasında ben bankta otururken yanıma yaklaşmaya çalışan orta yaş üstü bir kadının gezdirdiği köpeğin ayaklarımın dibine gelişi. kadınınsa gülümseyerek bir şeyler demeye çalışması. benimse yalandan konuşamıyormuşum gibi davranıp bir dilsiz gibi davranmam.
hatta bu yetmezmiş gibi bir de işitme engelli birisiymişim gibi rol yapmam. kendisinin üzülmesi. belki de üzülüyormuş gibi yapışı. benimse yeni bir insana ve yeni bir insanın sesine dahi tahammül edemeyişimi kendimce kabul etmem.

oradan kalkıp iki adım ötede duran balonlara ateş edip bir kaç ıskadan sonra diğer balonları tek tek vurmam. etrafıma yığılan gençlerin gülüp balonların sahibi amcanın bana içten içe küfretmesi. az ötedeki üç bira kutusunu iki adımlık mesafeden devirmek için balon olmuş futbol topuyla fantezi denemem. ve hep ıskalamam. benim gülmemin aksine bu sefer bu düzeneği koyan gencin verdiğim 10 tl ile pis pis sırıtışı.
az daha ileride benden sigara isteyen orta yaş üstü bir amcaya sol elimdeki sigarayı gösterip "sigara kullanmıyorum" demem. onunsa o anın şaşkınlığıyla elimde yanan sigaraya bakıp ne dediğimden bir bok anlamayışı. hatta beni görüp görmediğinden bile emin olamayışı. benim bunca yıldır gördüğüm ve yaşadığım her şeyin gerçekten varolup gerçekliğinden emin olamayışım gibi.

sonra home ofise doğru yollanışım. barlar sokağından taşan, içki içen gençlik. birbirilerinin tenini ısırarak ve öperek çürütmek varken bira denen lanet bir içkiyle zebil olan gençlik.
ve onlara duyduğum öfke. fit vücutların ve diri zihinlerin seks hariç diğer her şeyle harcanışına içimin el vermemesi. kaçak bakış atan kadınlar, ve o kadınların kendilerini farketmeleri için bukalemun gibi şekilden şekile giren erkekler. kendileri olmak hariç her şey olanlar.

benimse elimdeki sigaramla bahariye'ye düşüşüm. akbank'ın önünde sazıyla-mikrofonuyla ahmet kaya şarkıları çalan adamın yanından transit geçerken onun dizinin dibine oturmuş üç genç kız. ortadaki kıvırcık saçlıyla gözgöze gelişim. 
içimden 10 adım sayıp geri dönüp baktığımda eğer hala bana bakıyorsa onu oturduğu taşın üzerinden kaldırıp, elinden tutup sonsuzluğa uçma sözüm. 
"...9 ve 10" dediğimde geri dönüp bakışım, onunsa küçük aynayla makyajını tazeleyişi. gecenin bir yarısı, sokağın ortasında. benimse acı acı gülümseyişim.

home ofisimin giriş kapısına geldiğimde hemen sol taraftaki evsiz amcanın bu gece orada olmayışı. cüzdanımdan bir kağıt parçası çıkarıp, o kağıt parçasınınsa geçen gün başladığım ney kursunun telefon numarası ve adresi oluşu ve benim buna aldırmaksızın oraya bırakışım. 
sonra merdivenlerden yukarı çıkarken kendi kendime yinelediğim şeyler;

"bu saatten sonra istanbul'dan ötesini kaldırmaz zihnim" deyip saate bakışım. ve sonra devam etmem; "ötesine sığamam. dar gelir her yer bana. kesmez beni. olmaz. olduramam. burada kalayım. burada çürüsün etlerim. lime lime olayım. farketmez, en mutsuz ve ümitsiz gecelerinde bile bir mucizeye yatıp kocaman bir hayal kırıklığına uyanmam. hatta kocaman bir hayal kırıklığıyla. yeter ki dudaklarından öpüp, alnıma götüreyim dudaklarını. bayramda öpemediğim annemin elini öper gibi öpeyim istanbul'u. ve tüm 'güzel' kadınları."

http://www.youtube.com/watch?v=ctnpishkaj0

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder