7 Ocak 2012 Cumartesi

Türkiye'de internetin ilk yılları

dönemlerin/yılların en güzeliydi. internet ve bizler için gerçekten sancılıydı. ve benim bu dönemlere ait unutamadığım iki anım vardır. birincisi "bacak hikayesi." ikincisi ise "alper." yok lan, sapım ben. hemen kız sanıp da üşüşmeyin mesaj kutuma.

bacak hikayesi; internetin ilk geldiği dönemlerde bir arkadaşla gecemiz-gündüzümüz bir geçiyor. çocuk gerçekten fırlama bir tip ama. ikimiz de cemaat yurdunda kalıyoruz. cemaat yurdunda kalıyoruz da alakamız yok. ne sohbetlere gidiyoruz ne de maklube yemeye. gerçi ben bir kaç defa maklube yemek için sohbetlere gittim, o hiç gelmedi ama. artık neyi bahane edip gelmiyorduysa, bilemem.
o zaman kaldığımız yurt şehrin tam göbeğinde. taksim meydanı'ndaki the marmara otelinin düşünün işte. geleni-geçeni izliyoruz orada. canımız sıkılıyoruz ama. akşam 8'den sonra dışarı çıkmak yok. toyuz. biz de gündüzleri beraber takılıp zamanı öldürüyoruz. bu zamanı öldürme eylemlerimizin başını da okey oynamak çekiyor. çekiyor da, bize eşlik edecek iki kişi daha yok. tek başımıza çörekleniyoruz bir oyun salonuna, okey istiyoruz, millet bize tip tip bakıyor. el çabuk bitiyor, taşları dizmesi dert.

yaklaşık 3-4 ay gittik o oyun salonuna. bir gün baktık millet iyice bize kıl, yaşlı bir amca geldi yanımıza, "siktirin gidin lan" dedi. gizli polis misiniz, ibne misiniz anlamadık amına koyim."
gencecik adamlarız, topukladık hemen oradan. sonra sanal alemde şansımızı deneyelim dedik. dedik de, yine şansımız yok. bahtımızı sikeyim. nereye giriyorsak erkek çıkıyor.

bir gün kızmış gibi davranıp bir erkeklle muhabbet açtık. konu uzadı da uzadı. en sonunda karşıdaki genç bize soruyor işte, hobilerimizi, fobilerimizi falan filan.
konu sekse geldi, yanımda piç arkadaş sordu, karşıdaki elemana; "bacak sever misin?" karşıdan hemen cevap geldi; "evet." bizim piç bacağı geçirdi; "o zaman bacaklarımızı içinde hisset. biz erkeğiz. hem de iki kişiyiz. sie."

çocuğa bacağı soktuk, arsız arsız dolanıyoruz nette. öyle bir bağımlısı olmuşuz ki, ne desek olmuyor. bir gün iki kızla tanıştık. ama yemememiz lazım bacağı. kızlardan birisi, atıyorum, ismim "jale" dedi. arkadaşının adı da "alper."
biz döndük arkadaşla birbirimize bakıyoruz. buyur buradan yak. neyse işte, konuştuk da konuştuk. arkadaşım piçin önde gideni. jale'yi kaptı. bana kaldı alper. o zamanlar denizli'deyiz. 

bir cumhuriyet bayramı öncesi yolumuz düştü istanbul'a. çocuğun ailesi burada zaten. harem'de inecem. kızlar da bolu'da okuyorlar sanırım. kızlar diyoruz da alper hep aklımda. ulen alper, alper, alper...
indim harem'de. kız beni bekliyor orada. vermişiz numaraları. arkadaş gitti. o da jale'yle başka bir yerde buluşacak. bana kaldı alper. yol bilmem, iz bilmem. aradım kızı. sesi, kız sesi. ama hala korkuyorum. buluştuk bir tavuk dönercide. iki tavuk döner iki de ayran söyledik. heyecandan altıma sıçacam.

kız diyor ki "kirpiklerin çok güzel" ben diyemiyorum ki "senin saçların, saçların alper, saçların, öyle güzel ki, sonsuza dek onlara dokunmak için kavga edebilirim her erkekle. alper, anlıyon mu beni?"
kızın adının alper olması bozuyor tüm duygusallığı. otogardaki bir tavuk dönercide sokuluyoruz birbirimize. dükkan sahibinin elinde döner bıçağı, alper'in saçları yüzümde. ve benim o sorum;

"kimliğini görebilir miyim?"

bir erkeğin ne kadar mal olabileceğinin katıksız ve rakipsiz örneğiyim o an. sorumun akabinde alper'den bir anda kendini geri çekiş, kimliği çıkarış ve bana "alper" yazısını gösteriş. sonra ayaklanış, götüme tekmeyi basış ve gidiş.

yanarım. alper'e, saçlarına, yediğim martı dönere. kesinlikle martıydı. bir tavuk o kadar lezzetsiz olamaz zira. alper'in babasına. ve mallığıma. sana aşıktım alper, ama babanı sikeyim. sen kadar güzel bir kıza alper diye isim koyulur mu!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder