normal ve sıradan bir kadındır. sıradan olmayanı ise zaten mutluluğu hiç tatmamıştır bile. neyse işte, genelde sabah 8 akşam 5, maaşlı bir işe gidip, hafta sonlarını tatille geçirip, cumartesi geceleri dışarı çıkmadığında içi içini yiyen, hayatının ilk dönemlerinde herkese ve her şeye dair büyük hayalleri ve planları olan, yaş 24'ü-25'i geçtiğinde ise bedeniyle birlikte ruhu da sarkan, bu nedenle de gerçeklerle yüzleşen, gerçeklerle yüzleştikçe yüzü de de dahil ruhu paramparça olan kadındır.
travmalarla dolu bir geçmişi yok çoğu insanın. zira şimdiki zamanı başlı başına bir cinnet. kendini öldürüp öldürmeme kararsızlığıyla geçen, ne yaparsa yapsın asla olmayan ve olmayacak olan hayal kırıklıklarıyla dolu bir cinnet.
bu yüzden nafile işte hepsi. bu yüzden ne "ben aşığım" diye kendini kandırıp da sunulan beden, ne de doyana kadar hafta sonları uyumak için peşkeş çekilen ruh. hepsi kof. hepsi boş.
insan bu, doyar mı hiç! yetinir mi! gözünün önündekiyle! elin altındakiyle! insan bu! hiç şükrettiğini ya da olanla idare ettiğini gördünüz mü! asla ve asla yetinmez. ta çocukluk döneminden gelen, asla değişmeyecek bir özelliktir bu.
küçükken en yakın arkadaşının oyuncak arabasını/oyuncak bebeğini kıskanan kişi hiçbir zaman değişmez. belki ölümcül bir hastalık değiştirebilir o kişiyi. o da belki. iyileştiği ilk an kaldığı yerden devam eder hayatına.
hatta böyle bir adam tanımıştım zamanında. kronik astım hastası. buna bağlı olarak da üst solunum yolları enfeksiyonu kapmış, tedavi olmayı reddedip, ne astım ilaçlarını ne de antibiyotikleri kullanan birisi.
bir gün kendisine dedim ki; "neden bu azabı çektiriyorsun kendine?" ki, gerçekten bir azap çekiriyordu. cevabı aynen şu oldu; "tamamen iyileştiğim ilk an asalak gibi yaşamaya devam edeceğim. şimdi öyle mi ama! yarı öfkeli-yarı kızgın, yarı nefes darlığı çeken-yarı oksijene vurgun, hayata tapan birisi olarak yaşamaya çalışıyorum. herkese ve her şeye alışıyorum."
anlam verememiştim. aradan geçen 6-7 yıl sonra düşündüğümde anladım onu. bazen insanın tek sorunu; gerçek bir sorunu olmamasıydı. bu yüzden anladım onu. anlamayı geçip adlandırmaya, anlamlandırmaya çalıştım.
sonra kendi hemcinslerimi bir kenar akoyup, hep kendilerine vurgun olduğum, daha bu akşam üstü home ofisimin olduğu sokakta gördüğüm o güzel turist kızını görüp, istemdışı birbirimize gülümseyip, yollarımıza devam ettikten sonra, yaklaşık bir kaç saat önce de kendisini burger king'te görüp, utanarak bakışlarımızı kaçırdığımda kabul ettim; bu azap bazen bilinçli. bazen nedensiz. çünkü acıyı söküp alırsak ruhlarımızdan, ne kalır geriye! benden söküp alınsa acı, sadece derim kalır. zira iliklerime kadar işlemiş kendisi. iliklerim de kemiklerimde olduğundan onlar da acıyla kaplanmış. sadece derim kalacağı için, derimi de türk hava kurumu kabul etmeyeceğinden mutlu olmak boktan bir masal. uyutandan değil ama. uyku kaçırandan. gerçi kendisi asla ve asla bir kızkaçıran etmez ama neyse işte!!
kadınlar da işte, kadın denen varlık da işte, asla ve asla mutlu olamayacak. kimle yaşayıp, ne iş yapıp, nerede olup, kimle evlenirse evlensin. hiçbir zaman yetmeyecek, onda olan ona. hiçbir zaman yetmeyecek aldıkları, hissettikleri, kendisine hissedilenler.
zira yaratılışı bile din kitaplarında eksik olarak tanımlanıyor. zira varoluşu bile yarım! bu yüzden her şeyi yarım kalacak. ki erkek denen şu estetik yoksunu boktan varlıktan daha erken yaşlanıp hayattan diskalifiye olmasının tek nedeni de yine bu yarımlıktır.
isterdim yalan söylemeyi. tanıdığım, bildiğim, beraber uyuduğum, kahkahalarını suratımda hissederken içten içe kendilerine acıdığım, rüyalarını dinlediğim her bir kadından yola çıkarak her birine "bir gün çok mutlu olacaksınız, o kadar çok mutlu olacaksınız ki mutluluktan öleceksiniz" demeyi.
üzgünüm. yalan söylemeyi bıraktım. gerçeklerle uyuyup, gerçeklerle uyanıyorum ben artık. rüyamda gördüğüm şeyler bile gerçek. bu kadar gerçeğin arasında ise sıkışıyorum çoğu kez. bazen dinini, dilini ve uyruğunu bilmediğim, uzun bir etek giymiş, saçları arkadan bağlı, ayak bilekleri ince, gözleri bal rengi, teni beyaz, burnu dik, dudakları ince, güzel gülen, tanrı'nın yegane ispatı bir kadın uyutuyor beni. tüm gerçeklerden söküp, hayal alemine daldırıyor. tekrar gerçeğe çarpmamsa onun köşeyi dönmesi, gözden kaybolmasıyla oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder