bir art niyet aramaksızın, yavşaması, pislik yapmaya çalışması ya da incitmesi değildir bazen. adı olmayan, garip ve ilginç bir haldir. ki o an hayatınızda gerçekten birisi yoksa, siz de yalnızlıktan geberiyorsanız ve o insanla aranızda hiç kimsenin anlayamayacağı bir lisan varsa, sakin olmanızı gerektirir ilk başta.
şöyle hafifçe nefis alış-verişinizi ritmine sokup kendinize gelmenizi tavsiye edebilirim öncelikle. ve bir sıralama yapmanızı. eski kafanız olsa, siz eski insan olsanız lak diye hemen karşılık verip, atlayın derim de, yok öyle. önce sakin olmak lazım. ve bir şeyleri gerçekten ölçüp biçmek.
bu insanla yeniden görüşüp görüşmeme konusunda doğru bir karar vermek için o insanla nasıl tanıştığınızdan başlayabilirsiniz mesela. bir gün siz arkadaşınızın çalıştığı kitabevinde dururken onun elinde amatör edebiyat dergileriyle içeri düşüp bu dergilerin satışı konusunda destek isteyişi... ve arkadaşınızın da sizi gösterip, sizin de bir şeyler yazdığınızı, eğer uygunsa onların dergilerinde yazabileceğinizi söylemesi. ayaküstü, oracıkta telefon ve mail adreslerinizi alıp o gece kendisine bir kaç yazı göndermeniz, kendisinin hemen geri dönüş yapıp yazılarınızın güzel olduğunu söylemesi, buna karşın yaşınızı merak etmesi, ve yaşınızı sorması. neticede bu bir gençlik dergisi. sizinse 29 yaşında olduğunuzu söylemeniz. kendisinin de şaka yollu "sen ihtiyarmışsın be =) " demesi. sizinse gülümsemeniz.
tüm gece sohbet etmeniz, sohbetin en heyecanlı anında elektriğin gitmesi. evet, gerçek bu. murhpy iş başındadır. mecburen onu aramanız, onunsa sizin "elektrikler gitti. ayıp olmasın diye aramak zorunda kaldım" demenize, "bırak ya, bu yüzden sen de ders çalışamadın ha" deyip takılması, sizinse bu ince zekaya bakıp mutlu olmanız.
bir kaç gün daha devam eden sohbet ve görüşülüp bir şeyler içilen o ana makyajsız ve özensiz gelmesi. sohbet bir şekilde ikili ilişkilere geldiğinde "sen kadın istiyorsun, güney" demesi. isminizi bir genç kadının ağzından duymanın sizi gerçekten ama gerçekten mutlu etmesi.
sizinse "evet" deyip sadece önünüzdeki kapuçinodan içmeniz. onunsa devam etmesi, "yeni bir insana her şeyi öğretemeyecek kadar yorgun ve sıkılmışsın her şeyden. bu yüzden de sadece ve sadece olan gelsin diyorsun. gelsin ve elinden tutup gideyim."
hep hak vermeniz kendisine o gece. yürüye yürüye onu evine bırakırken yorgunluktan gebermeniz ve hiçbir şekilde bunu belli etmemeniz. aradan geçen bir kaç hafta sonra bir fenerbahçe-galatasaray maçı öncesi onun en samimi olduğu sınıf arkadaşıyla sinemaya gelmesi, sizinse işyerinizin orada olmasındna dolayı kendileriyle ilgilenmeniz. film çıkışı hep beraber eve gidip maçı izlemeniz.
maç bitmeden evvel sınıf arkadaşının gitmesi. onun sizinle kalıp ortalığı temizlemesi, maçın kritiğini yapması. aynı takımı desteklediğinizi hissedip gülüp eğlenmeniz. sonrasında tekrar kendisini evine bırakmanız.
aradan geçen üç-dört gün sonrası bir filme beraber gitme teklifinize evet demesi. ve koca sinema salonunda kendisiyle birlikte "karanlıktakiler"i izlemeniz. filmin o en güzel anında, atakan patroniçesinin kapısına dayanıp da "gel, gidelim" dediğinde, sizin o'nun elini tutmanız.
film bittiğinde ise elele yürüyüp hiç konuşmamanız.
sonrası malum. beraber geçirilen ev hayatı, izlenen filmler, dinlenen şarkılar, okunan kitaplar. ve askerlik öncesi ona söylediğiniz saçma-sapan bir anektod. ki ben fıkra derdim kendisine; "temel bir gün yolda muz kabuğu görmüş. demiş ki; 'birazdan düşecem.' "
o'nun hem gülüp hem de size "salak" demesi, sizinse "gülmen içindi" deyip gülmeniz. sonrasında her şeyin ama her şeyin beraber yapılması. gün ortasında dövme yaparken dahi kendisi yemek yaptığında müşteriyi bırakıp eve gitmek, sabah uyanıldığında onun dudaklarını omuz başında hissedip, onun okuluna gidişini çaktırmadan izlemek. o'nun okuldan geldikten sonra elbiseleriyle gelip yanınıza uzanması. ve beraber bir kaç saat daha uyumanız.
bulaşık yıkamanız o yemek yaparken, "akşam gelirken 2 ekmek bir de yoğurt al" deyip gülümsemesi telefonda. sizinse 2 ekmek ve yoğurdun yanına bir kaç paket çikolata eklemeniz. hani şu milka'nın vanilyalı olanından.
sonra askerlik. kabus gibi geçen öncesi. ve sonrası. ilk 20 gün. sonra orta kulaktaki denge kaybından dolayı iskenderun askeri hastanesi'ne sevk olup oradan gata'ya, ankara'ya havale ediliş. gata'ya geçiş öncesi denizli'ye gidip kendisini görmek. yılbaşını beraber kutlayıp siktiriboktan bir nedenden dolayı tartışmak. belki de kırmak, incitmek birbirini. asla ve asla olmayacağını anlamak.
8 ocak 2010 tarihinde ankara'dan antep'e geçip yemin törenine katılmak. oradan da bir sınır karakoluna gönderilmek. sınır karakolunda can çekişirken bir gece 1-5 nöbeti dönüşü o kitabevinde çalışan dostla telefonda konuşup, o melun cümleyi duymak; "güney askerliği bitirdikten sonra benimle irtibata geçmesin."
üzülmek. gerçek bir acıyı ta ciğerlerinde hissetmek. oysa o'nu huzursuz ya da rahatsıuz edecek hiçbir şey yapmamışsınızdır. ama insan bu. illa bulur rahatsız olacak bir şeyler. illa kırılacak bir şey bulur. ne de olsa aşık. bu yüzden çabuk incinir. bu yüzden çabuk kırılır.
askerlik bittiğinde gerçekten ama gerçekten hiç muhatap olmamak kendisiyle. sonra bir gece yine ondan gelen bir maili görmek. ve bir şekilde tekrardan denemeyi düşünmek. hemen ertesi gün izmir'e gidip, belki de ömrünün en güzel ve özel gününü yaşamak. tüm gün!
akşam üstü denizli'ye dönerken onu orada, izmir otogarında bırakmanın yaklaşık 7-8 ay önce askere giderken denizli otogarında bırakmakla aynı duyguyu hissettirdiğini anlayıp ağlamak. tek bir damla yaşın yanaklarınızda süzülüşünü hissetmek.
aradan geçen bir kaç hafta sonra o'nun mezuniyet belgesini almak için yaşadığınız yere gelmesi ve 24 saati birlikte geçirip, ertesi gece sizin istanbul'a, o'nunsa izmir' e geri dönüşü. otogarda farklı otobüslere binerken camdan vedalaşmak.
o an her şeyin aslında bittiğini hissetmeniz. bir daha asla ve asla olmayacağını, her ne kadar dilleriniz aynı olsa da ruhlarınız aynı olmadığını kabullenişiniz. ve bir şekilde tüm bağları koparıp, önünüze bakmaya çalışmanız.
ta ki yine bir öğleden sonra o'ndan gelen tek bir mail'le şaşırmanız; "hani yıllarca o insanı gördüğünde konuşacağın şeylerin planını yaparsın yatağında, rüyanda, aynanın karşısında.. ama o öyle bir yerde çarpar ki sana.. işte öyle oldu yine. facebook'un gereksiz yeni uygulamaları. 2010 yılında bugün; "temel bir gün yolda yürürken muz kabuğu görmüş, "birazdan düşeceğim" demiş. (sadece sen gül diye) demiştin.. haklıymışsın.. güldüm.."
evet, "sen gül" diyeydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder