5 Eylül 2011 Pazartesi

Yalanlara inanıp gerçeklerle yaşamak

zordur. tabii gerçeğinizin ne olduğuna bağlı bu. gerçeklerinizin ne olduğuna. inandığınız yalanlar önemsiz mi? asla! onlar da önemli. en az gerçekler kadar. sonrası çorap söküğü gibi gelir zaten. sonrası hiç beklemediğiniz yüzsüz bir misafir gibi gelir, zihninizin, kalbinizin en üst köşesine oturur. siz kovmak isteseniz de gitmez. kapı dışarı etseniz de çıkmaz dışarı. öylece duırur orada.

insani ilişkilere dair her zaman ve her şartta bocalamış bir adamımdır ben. belki kendimi çok önemsediğimden belki de herkesin ben gibi olmasını arzuladığımdan. ömrümün üçte birini bildiğim her şeyi diğer insanlar da bilsin diye debelenmeyle geçirdim ben.
hatta daha geçen gece bir şeyler yerken bir kitabevinin önünde iki genç kız fotoğraf çekiniyorlardı. kızlardan biri charlie chaplin'le fotoğraf çekinirken diğeri köşede duran franz kafka'dan ötürü "sen de şu abiyle çektir" dedi arkadaşına.

evet, benim en büyük hatam, ömrümün üçte birini boşa geçiren şey buydu. her hangi bir insanın hiç önemsemediği yarrak kürek bir yazarı yeri geldiğinde peygamberim ilan etmem. kafka'yı çok sevdiğimden demiyorum bunu. bir kaç kitabını okuyup onu bildiğimden.

ömrümün üçte biri de doğuştan elimde olmayan şeyleri elde etmeye çalışmakla geçti. yaşadığım şehirden tut yaptığım işe varana kadar. ilk dövmemi 6 saatte yapmıştım mesela. şimdi o tarz bir dövmeyi 20 dakikada yapıyorum oysa. ve o dövmeyi yapmadan önce profesyonel eğitim aldığım kişi elimin yatkınlığını hissedip boşlamıştı beni.
sonra yaşadığım yer. birileri istanbul'da dünyaya gelip bu muhteşem şehri beğenmezken ben bir savaş enkazında en sevdiği oyuncağını bulan küçük bir kız çocuğu gibi sahiplendim burayı. 
kadıköy sokaklarındaki kediler ve köpekler bile gözüme dünyanın en değerli varlıkları olarak geliyorlarsa bunun en büyük nedeni istanbul'da yaşıyor olmam, istanbul'u bu güzel canlılarla paylaşıyor olmamdır.

ömrümün diğeri üçte birini harcadığım şeyse aşktı. sevgi, saygı, sadakatti. oysa hepsi kanunlarla elde edilebilen bir şeymiş. evet, yanlış duymadınız, aşk da dahil hepsi elde edilebilen bir şeymiş.
yeter ki siz gözünüzü karartın ve inadına üstüne yürüyün bir şeyin. vurun, kırın, parçalayın! sendromlardan sendrom beğenen kişi eninde sonunda size aşık oluyor, korkmayın.
kimi daha derinden incitirseniz, kimi daha zor durumda bırakırsanız o daha çok sevip daha uzun süre aşık kalıyor size!

insan bu, yalanlara inanıp gerçeklerle yaşamayı marifet belliyor. şimdiye dek ben hiç görmedim ve duymadım dürüstlüğün, sadakatin bir şey kazandırdığını.
ve dürüstlük, sadakat? hepsi ama hepsi korkudan kaynaklı şeyler! insan lan bu, temiz olabilir mi? aşık kalabilir mi? sonuna kadar sadakatle yoğrulup öyle şekillenebilir mi!
yeter ki fırsat geçsin eline. yeter ki korkuyu atabilsin ciğerlerinden. işte o vakit sikip atar her şeyi! siz görün, tırnaklarının ne kadar derininize saplandığını! siz görün, rezillikte ve adilikte nasıl kariyer yaptığını!
gece verdiği sözleri sabah nasıl unuttuğunu. tüm bunları gördüğünüzde gerçeklerle yaşama çağınız başlar.

biliyorum, zordur. bir gün o kadar çok acı çekersiniz ki gözlerinizi bir hastanenin acilinde açarsınız. ya da show tv'de. işin şakası bir yana, gözlerinizi bir hastanenin acilinde açarsınız. 
oradan mideniz yıkanır. içinizdeki kan boşaltılır. serum yiyip kendinize gelirsiniz. ertesi günün sabahında yerinizden doğrulup dışarı çıktığınızda güneşi görürsünüz. hiç olmadığı kadar sıcak ve göz alıcıdır.

kendi kendinizi dünyaya getirirsiniz. belki 26 yaşınızda, belki de...

önemsiz. tüm bu gerçekler uyuşturur ama sizi. hareket kabiliyetiniz kısıtlanır. inceliklerden beslenen ruhunuzun tüm yaşam üniteleri yerle bir edilir. can çekişirsiniz hep.
bir zamanlar sizi ayakta tutan inanç, bu sefer sizi güçlü kılar. empati yapmayı bırakırsınız bu yüzden. en yükseğe çıkıp oradan bakarsınız insanlara. asla ve asla karşıdakinin yerine koymazsınız kendinizi.

yolda bir dilenci size elini uzatsa bacak arasına tekmeyi yerleştirip o acı çektiği için eğildiğinde avuçlarından dökülen bozuklukları alıp kaçarsınız.

hoşgörü, saygı... hepsi kof! siz peygamber değilsiniz! son peygamber geleli de 1500 yıl oldu! yalan hepsi. çok pis kandırıldık! çok pis aldatıldık! eşsiz değil insan! tam tersi, evrende varolan en aciz varlık! evrenin tek defolu canlısı! hem genetik olarak hem de biyolojik olarak tek kusurlusu!
aldatıldık! zekamızı kullanmamızı, elimizi-kolumuzu kullanmamızı üstünlük belledik! oysa bir sokak kedisi hepimizinden daha mutlu. ve koca bir insanlık olarak, bir sokak köpeği kadar olamadık! onun kadar kayıtsız, onun kadar dingin ve onun kadar güzel!

1 yorum: